Başlıkta gayet güzel özetliyor ama yok ben illa açıklamayı da okurum, kıl tüy adamım ben diyorsan anla ki bu blog mlog işleri gereksiz işler. 'Öyleyse sen niye blog takılıyon?' diye sorarsan iki dakka durmam kırarım çeneni. Sana mı sorucam ne takılıp ne takılmayacağımı, istemiyorsan bas git meşgul etme dükkanın önünü...

The Boat That Rocked

The Boat That Rocked
Sıcak film, makara, güzel... Müzikler isa haaarika, biraz eski ama benim kafada...

Pazartesi, Aralık 31, 2007

yeni yıl yeni yıl yeni yıl yeni yıl heeerkese kutlu...

eee bitirdik de nooldu? bokumuz da boncuk mu çıktı? Ben nedense doğum günlerimde değilde yılbaşlarında yaşlanmış hissediyorum kendimi. Bööle buruk buruk oluyorum ama ilk defa bu sene olmadım buruk buruk. Bayağı sıkıntılı geçti 2007, kararlar yılı oldu (ki hala karara bağlanamamışlar var). Umarım bu sene de uygulama yılı olur daha bir boka batar burnum. içimizden ne demek geliyor, "Hay 2007'ninde 2008'inde , gelmişine de, geçmişine de...."

Perşembe, Aralık 27, 2007

karışık...

kafam çok karışııık çoook....

Pazartesi, Aralık 24, 2007

Hastayım hastaa.....

ben hala hastayım. geçen pazartesiden beri. Garip bir grip geçiriyorum. Geçen hafta boğaz ağrısı ile başladı, halsizlik felan derken beni yatağa atmaya kalktı. Ben senin bildiğin hastalardan değilim dedim girmedim yatağa. iffetimi namısımı korudum hatta ilginç atom tedavi yöntemleri ile biraz toplayıp bayramda kamyon şöförlüğü bile yaptım mütemadiyen ama bugün tersimden geldi kalleş. Sabahtan beri kargo poşetleri cebimde kusa kusa hareket ediyorum. midem çıktı dışarı. Taktik neydi, hiç yiyip içmezsen hiç kusmazsın. Öyle yapıyorum şimdi, güzel kusmuyorum ama güçsüz kaldım şimdi de! Dedim ya ters köşe yaptı diye. Amacı o, beni güçsüz bırakacak yemek yedirmeyip sonraa hooop doğru yatak. Artık son ihtimal, bedenimi alabilirsin ama ruhumu asla moduna geçerim. Çok pis bir virüs. Benden zeki eşşoolusu... inanmayan yada zekanı sınamak isteyen varsa buluşalım yüzüne hapşırayım.

Bir pundunu bulup fotoğrafını çektim benim telefonla. Ahanda yandadır. Muhtemel tedavi veya kurtulma yöntemi bilen varsa yazsın. Ama kıçından uydurup beni maymun edecek arkadaşlarıma şimdiden teşekkür edip "bi gidiin allaaanızı severseniz" demek istiyorum.

not: Kargo poşetlerinden harika kusma torbası oluyor. Öncelikle dışarıdan göstermiyor, açıp kusması kolay, kustuktan sonra tuvalete falan boşaltması kolay, sıçratmıyor, beleş. Özellikle fillo kargonun 2 nolu boyutunu tavsiye ederim.


- Show quoted text -

Pazartesi, Aralık 17, 2007

pozitif - negatif

Ne farkettim kendimde, ben ihtiyacım olduğunda mükemmel bir biçimde etrafımda sehpa yaratabiliyorum. Cidden, kıçımı bile kaldırmadan elimi uzatma mesafesindeki herhangi bir şeyi çekip kendime sehpa yapıyorum.

Justine ile takıldık bugün. Çok mutluydu bense bir o kadar sevimsizdim. O sırıttı durdu hemstır gibi sürekli ben de somurttum gergedan gibi. Ne kadar pozitif geldiyse bir o kadar negatif aşıladım ona. (bu arada tdk'ya baktım "pozitif" ve "negatif" türkçeymiş, gerçi "olumlu - olumsuz"da kullanabilirdim ama yine de türkçeye sadık kalmışım) Hoşuma gitmiyor insanlara negatif düşünceler aşılamam, negatif olduğumda görüşmesem mi insanlarla acaba?

Var yine sıkıntı, var...

Çarşamba, Aralık 12, 2007

Tut ki mucizeyi kuyem...

Emre'nin bariton sesini hayal etmeye çalışınca aklıma en nefret edilen sesler kategorisi geldi. Şöyle bir top 10 yapiim diye düşündüm ama on tane bir araya getiremedim. Vatana millete hizmet olsun diye yazıyorum.

1. Demir çatalla porselene yada yine demir tencereye çizik atma sesi.
2. Gece uyurken kulağa gelen sivrisinek sesi.
3. Mikrofonda konuşma yaparken amfiden gelen ve bir anda yükselen "viiiiik" sesi.
4. Diş gıcırdatma sesi. (gıcığım gıcırdatanlara)
5. Yıldız Tilbe ve Ferdi Tayfur sesi. (ikisi düet yapsa tam süper olacak!)

Benden bu kadar varsa aklına gelen yazsın.

Bir konu daha var: "ne olacak bu beşiktaşın hali?" haliyle bu konuyu fazla irdelemeyeceğim. Akşam maçtan sonra eve dönerken biraz düşündüm, ben seviyorum bu başarısızlıkları. Başarısızlığa rağmen sevmeyi de seviyorum. Sahiplenme oluştu herhalde. Para basıp kombine de aldım ya kulübü satın aldım sanki öyle sahiplendim. Sonra da yenilince kızmadan hoş bir tebessümle kabulleniyorum başarısızlığı. Biraz arabesk durumları oluyor ama ne demiş ünlü düşünür Joan Emmanuelle Petit : "Kaderin böylesine yazıklar olsun"

Cuma, Aralık 07, 2007

Abim evin tek çocuğu


"Abim Evin Tek Çocuğu - Mio Fratello E Figlio Unico" gidin. Çok ciddiyim gidin. izleyin. Ama mümkünse son seansa gidin, sonra paşa paşa gidin evinize yatın. Sabah kalkın hala italyanca şarkı söylediğinizi görürsünüz. Film hakkında yorum yapmıyorum sadece git diyorum. Bi laf dinle yaa... Bu fakirden de dualarınızı eksik etmezsiniz..


Dün ne oldu? Combo Can babamdaydı, öğleden sonra işe geldi, benim fit fit bi işim vardı, bindim combo'ya gidiyorum, aaa gariplik var, arabada müzik çalıyor?! Bilmeyenler için, babam müzik dinlemez, rakıyı biraz kaçırırsa şarkı söyler ama dinlemez. Ben en son dinlediğini hatırlıyorum, 80'li yıllardı, TRT'de "Gönül Telimizi Titretenler" adlı bir alaturka program vardı, işte koro yanyana dizilmiş trt formatı şarkı söylüyor. Onu bana videoya çektirir onu izlerdi. Arabada da bir adet muazzez abacı bir de yıldırım bekçi kasedi vardı. O araba da satıldı o zaman. Sonra yaklaşık 20 yıldır babam müzik dinlemedi. Hep ntvradyo, hep haber dinledi, ekonomi dinledi. Dün arabayı aldığımda radyo karmaturka dye bir alaturka radyosu açıktı. Bir garip oldum, babam kafasında çalışmayı bırakıyor herhalde diye düşündüm, ellemedim radyo kanalını, bir hoş seda içinde, huşu içinde, gönül telim titreye titreye gittim.

Perşembe, Aralık 06, 2007

Takatim yoook...

Kışın bu zamanları kendimi bok gibi hissediyorum. Hava karanlık, pis, gece olsun da şu berbat grilikteki havayı görmesem deyip geceyi bekliyorum. Bende de bir leşlik, bir geberiklik, bir uyuşukluk sormayalım gitsin. Herşeyi yapmaya üşeniyorum. İnsan telefon açmaya üşenir mi ya? Sabah kalkmaya gece yatmaya üşeniyorum. O anki pozisyonum neyse o halde kalmak istiyorum.
Her işi erteliyorum sanki sonra yetiştirebilecek gibi. Yakında nefes almaya da üşeneceğim. (gerçekten ne o öyle 2 saniyede bir nefes almak, şöyle 15-20 dakkada bir falan alsak bari, bi tutiim bakalım nefesimi ne kadar gidecek)

22 saniye, üşendim daha fazla tutmaya. Biliyorum fazla tutsam sanki tutmadıklarımın acısını çıkaracak gibi hızlı hızlı nefes alacak bu ciğerler. Ben benim ciğerimi biliyorum bea! Bir de arkadaşlarım fit fit her gece dışarıdalar, hele volkan iti eve girmiyor deyus. Bir de beni çağırıyorlar, ulen ben eve gidecek takati bulamıyorum kendimde sen cafelere mafelere çağırıyon beni.

Ne demiş çinli düşünür, ulu insan Zang Cho Pan "Aaaaayyyy, yok mu beni s.ken..."

Note: Üşendim ama bu haldeyken dinlemeyi çok sevdiğim bir şarkıyı koydum sol tarafa. Çook mayışık, üşen bir şarkıdır kendileri. Üşenmezseniz dinlersiniz, dinlerseniz seversiniz ama üşenirsiniz.... Programımızı kapatırken Smashing Pumpkins'in icrası ile 1979 diyoruz efendim, nice mutlu saatler sizlerin olsun...

Pazartesi, Aralık 03, 2007

azim ve donmuş bir g.t

Her ne kadar kendimle barışık olmaya çalışsam da tam 21 yıl sonra insanların benim harflerimle dalga geçmelerine dayanamazdım. Evet, 21 yıl önce "r" lere "y" diyen ben azmetmiş ve "aayyyyyııııı" "aaaayyyyııııı" diye çalışa çalışa sonunda "aaaaarrrrrıııı" diyebilmeyi başarmıştım. Yıllar geçti, teknoloji değişti ama çevremdekiler değişmedi. "s" leri basmayan klavyemi dert etmemiş "ş" olarak mutlu mesut yaşarken onlar geldi. Yine dalga geçtiler benimle! Üstlerinde siyah önlük beyaz yakalar yoktu ama onlar yine hayatımdaydı! Yine azmettim, 7 gün içerisinde 5. defa açtım lebidopun içini ve sonunda tam olarak tamir edebildim. Aslanlar gibi "s" yazabiliyorum şimdi. Neymiş efendim "aaaaarrrrrrııııııı"....


"Kar yağsın hele gidip karda yatıcam, gökyüzünü seyredicem" diyen ben bu hafta sonu Kerem tombisinin de fikiri ile birleştirme yapınca soluğu cümbür cemaat Maşukiye'de aldık. Maşukiye'de kar olmayınca ve kaldığımız hotel AKP'nin kızılcahamam kampına benzeyince gece şarapları içip blackjack ve king merasimini odada yapıp uyanır uyanmaz very mükellef bir kahvaltının ardından soluğu kartepe'de aldık. İyi ki de aldık. Yalnız dikkatli izleyiciler anlayacaktır, ben salağı karda yatma hayalimi kot pantolonla gerçekleştirmeye kalkınca kelimenin gerçek anlamıyla "götüm dondu". İnsanın götü donarmı demeyin, donar. Test ettim, onayladım. Böylecene karda yatma hayali pek kısa kesildi olsun güzel bir hafta sonu geçirdim. Yapımda ve yayında emeği geçen herkese teşekkürler...

Son olarak; bunu sonuna kadar izleyin hatta kaydedin,
http://www.youtube.com/watch?v=QjA5faZF1A8
elemanın yeteneğine ve cool'luğuna (cool'un olayım beaa) ben hayran kaldım. Tavsiye ettim.

Salı, Kasım 27, 2007

Hemistır

Girdiğim bir sitede bu uyarıyı aldım. Hehee, hoşmuş...







Gary Moore dinleyesim geldi nedense, gevrek gevrek şöyle... En son ne zaman dinlediğimi bile hatırlamıyorum ama sabah kalktığımdan beri "one day the sun will shine on youuuu, turn all your tears to laughter" diye geziyorum, dinleyeyim belki çivi çiviyi söker.

http://www.youtube.com/watch?v=Qh_k-MMsilA&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=ChkFtdzDKxs

bu iki video gebertti beni. Fatih Terim ingilizce konuşuyor! "in the tabela" , "you cannot didn't" dümdüz gidiyor... Allah da onu güldürsün.

Amiiiin....

Perşembe, Kasım 22, 2007

Şimdi haberler...

Octivine menthol'ü ilk açtığımda, ilk kullanımlarda bir kaç gün sonraki kullanımlara göre daha etkili olduğunu keşfettim. (yada bana öyle geliyor)

Ciddiye almadığım insanları ciddiye almaya başladığımda gereksiz bir iş yapmışım gibi hissettim. (niye ciddiye aldıysam?)

Combo ile daha samimi konuştuğumu ama twingo'ya karşı biraz daha mesafeli olduğumu gördüm. Karakızımı ise ne zamandır ihmal ediyorum, affedebilecek mi beni? (zor ilişkiler bunlar)

Dayım insanıyla genelde yüzyüze konuşmadığımızı, hep yanyana oturup karşıya bakarak konuştuğumuzu farkettim. Yüzünü tam hatırlayamıyorum desem yeridir, hayal meyal yaniii.. (yok artık!)

Yapmam gereken ama ertelediğim işler listesi Earl'ün listesine döndü. En başta modem evin ortalarına bir yere monte edilecek(1-2 yıl oldu) , sonra bakırköy'deki kamera sistemi ayarlanacak (4 ay oldu), combo ve twingoya baktırılacak, karakıza kış hazırlığı yapılacak (çok oldu), bilgisayar odası odaya benzetilecek, çöpler atılacak (1 yıl), sonra ..... (ömrüm vefa edecek mi bunlara?)

Murat ve Emre ile görüşmeyeli uzun zaman olmuştu, özellikle Murat ile, "abicim, iki çocuğum var ellerinden öper" repliğine hala gülüyorum. (bak sen kerataya)

Tekfen'in halka arzında talebime 0 (yazıyla sıfır) hisse makul görenlerin anneleri anılacak. (adiler, alçaklar, şerefsizler...)

Pazar, Kasım 18, 2007

Yemek mi yaptım terapi mi?!

Cumartesi için ilk toplanmamızı yapacaktık yeni organizasyon da ve ben her s.kim hıyar diyene tuzla koşan bir insan olarak ilk gönüllü olmuştum. Mesele neydi, kim de toplanıyorsak o yemekleri yapacak, diğerleri gelecek tüm gece yiyip içip muhabbet edilecekti.

Dün işe gitmedim, sabahtan alışveriş vırt zırt yapıp eve döndüm. Sonra yemek yapmaya koyuldum. Aslında yeteneksiz değilimdir yemek yapma konusunda ama yeteneğim her zaman yaptığım omlet ve makarna türevlerinin ötesine hiç taşınmamıştı. Yok yemek kitabıydı, yok anne aramaydı, bu fırın nasıl çalışırdı, büyük tencere neredeydi derken, açtım müziğimi, sabahtan akşama kadar soydum, doğradım, pişirdim, haşladım, kızarttım, temizledim, çalan şarkılara eşlik ettim, kendimden geçtim, sonuçta ortaya bir koca tencere yuvalama çorbası, adını bilmediğim bir tür köfteli, patlican, patates, domates, biberli fırınlanmış kebabımsı bir şey, mantarlı makarna, koca kase salata ve ayva tatlısı çıktı. (fotoları yukarıdadır).

Ciddi ciddi terapi gibiydi, hiçbirşey düşünmeden sadece birşeylerle oyalanmak. Bir mutfağa girip 5 saat çıkmamak. inanılmaz kafa rahatlatıyormuş, ben artık sık sık yapacağım, tavsiye ederim...

Salı, Kasım 13, 2007

Cücü forever

ne zamandır yazacağım yazacağım unutuyorum. "cücü" (cüneytlere "cücü" denirmiş ben de yeni öğrenmiş oldum) yani cüneyt arkın'ın bir filmi. Tamam hepsi komik ama bu ayrı bir eser. Başlı başına şaheser. felsefe, acı, aşk, action, silah, kan, bilinç, aklına ne gelirse var filmde. Yok yok. Bir oturuşta 8-10 film izlemiş gibi oluyorsun. "Hadi len abartma" diyenler şu aşağıdaki kısa haline baksınlar sonra gerekli yorumu yapsınlar.

http://www.youtube.com/watch?v=IRI7Kc3PBo4

neymiş, cücü forever...

Bu arada sol yana (arka taraf konuşma aranda dinle burayı) çook piç bir şarkı koydum. biraz 80'leri hatırlatmıyor mu derseniz, bariz 80'ler lan derim. Ama güzel şarkıı allaa sen...

Cuma, Kasım 09, 2007

Tülin insanı ile diyaloglar Version 2.0.1

Onr: Koskoca Tom Cruise bile tarikatçı olduktan sonra bizim Aysun olmuş çok mu?

Tln: Ayol nesi koskoca onun be

Onr: Adam Mission Impossible 2’de dünyayı kurtardı daha ne olsun

Tln: Dünyayı kurtarmadı o, kendini kurtardı

Onr: Ne yani koca filmi Tom Cruise kendini kurtarsın diye mi izledik biz?

Tln: Aman çip mi ne elektronik bir şey kurtardı altı üstü

Onr: Tahtakale’de satılıyormuş gibi bahsettin be kızım….

Perşembe, Kasım 08, 2007

Masal masal matitas, kaynananın...

Winston Light almaya gidip bu devirde "kalmadı abi" yanıtını almak sinir bozucu. Yıllardır ekmeğimi yiyen JT Tobacco zam yapmakta 2 gün gecikince onların göremediğini benim ekonomist tekel bayiilerim görmüs ve hemen stokçuluğa başlamış. Tekel'e inceden "stoklamıştır toptancılar zam gelecek ya" diyorsun hemen atlıyor "tabii abi, stoklamışlardır", "stokçu o. çocukları" diyorsun adam bir yutkunuyor ki o yutkunmadan "30 kuruş için yediğimiz küfre bak, ohhh" hissini hemen alabiliyorsun zevkli oluyor her ne kadar ardından muratti içmek hiç zevkli olmasa da...

Bu arada Tülin insanı ile dünkü mailleşmemiz. (Özeline giriyorum Tülin ama çok hoşuma gitti!)

Tln: herşeyi bilmese de olmazz, yarın size gelicem akşam

Onr: Gel, tatlı felan al, elin bos gelme…

Tln: görgüsüz adam, hep getiriyoruz hem kıymet biliyorsun hem de istiyorsun, gerçi sevmediğin halde güllaç yemiştin hakkını yemem ama bari ne istiyosun onu style.. baklava açayım evde istersen

Onr: Bilmem pahalı bi sey olsun.

Tln: arsız , bilmiyorsan getirdiğime de laf etme kafanda paralarım zira

Onr: Fişini de getir, bakıcam.

Tln: olur, kanyonda bitane dondurma varmış külahı 50 milyon ondan alayım sana

Onr: Bol koydur ama, sosuna da bandır, tutti furuttili de eklettir.

Tln:oldu sizin eve de uçarım ordan erimesin diye


Pazartesi, Kasım 05, 2007

Çember

Berbatım. Sabaha karşı kusmaya başladım ve midemde hiç birşey kalmayana kadar devam ettim. Zeirlenmişim sanırım. İngiliz istihbaratı MI6 veya Mossad'dan şüpheleniyorum. Şöyle adam gibi mutlu bir günü çok gördüler bana. Zaten Yuşçenko'ya da aynını yapmışlardı. Yuşçenko yılmadı, ben de yılmadım işe geldim, gelmez olaydım.

Neyse asıl meseleye geleyim, geçen hafta stresi bolca yüklenip, iyice tırlatma noktasına gelip, milletin kalbini kırmalara başlayınca cumartesi günü uzun zamandır yapmak istediğim bir şeyi yaptım. Gittim trene bindim. Saatlerce tık tılak giderken kitabımı okudum, müziğimi dinledim, camdan bön bön bakıp düşündüm. Sonra Bozöyük'te uyuya kalmışım, yarım saatlik bir uykunun arkasına Eskişehir'de gözümü açınca apar topar indim. Çok özlemişim Eskişehir'i. Gittim mübarek insan Tülay'ı buldum. Oturduk bir barda, meğer ne çok şey birikmiş konuşacak. Saatlerce konuştuk, sonra gece son trene bindim, sabah yine İstanbul'daydım. Eskiden gitarla çalmaya çalıştığımız bir yeni türü şarkısı vardı "ya dışındasındır çemberin, yada içinde yer alacaksın". Çemberin dışına çıkmam gerekiyordu nefes alabilmek için, çıktım, bir nefes gibi geldi ama ne kadar gider bilemem...

Çarşamba, Ekim 31, 2007

Efendi ol ciğerimi ye...

Bayramda valide hanım nereden estiyse süveter hediye etmiş zat-ı muhteşemime. Tabii böyle bir şey dağınık gardırobuma daha önce giriş yapmadığından bu sabah uyandığımda basmayan kafam daha önceki giriş kayıtlarına bakamadan giymiş bu aleti.

Sihirliymiş bu süveter denen zımbırtı. Tüm gün acayip efendi hissettim kendimi. Gayet sakin ağırbaşlıydım, efendi gibi takıldım, olaylara büyümüşte küçülmüş veletler gibi baktım, "hmmm" dedim bol bol, trafikte minibüsçülerle bile dalaşmadım, akşam üzeri birkaç müşteriye asabiyet yapmam dışında gayet efendiydim. Dedim ya sihirliymiş bu süveter...

Bu arada grevdeki telekom çalışanları müsaade ederlerse chris cornell'ın unplugged olarak zikrettiği "billy jean" isimli eseri yan tarafa yüklemeye çalışıyorum. Sindirelim.

Salı, Ekim 30, 2007

Velet...

Ablamın anaokulunda veledin birine büyüyünce ne olacaksın demişler, "bayrak olucam" demiş... Hala gülüyorum, bayrak olacakmış velet...

Cuma, Ekim 26, 2007

Bina ifşa edelim...

Evet madem ifşa ediyoruz, edilmesi gerekenler...

1. Parti kurma işinde çok yalnız kaldım. Başıma gelenler Erkan Mumcu'nun bile başına gelmemiştir.

2. Robin'in gençliğinin olduğu bölüm how I met your mother'ın en iyi bölümüymüş.

3. Çöp kutusu hala canavarlar gibi çalışıyor.

Pazar, Ekim 21, 2007

muunlayt sonat

Aslında bunu Eser için koydum. Son zamanlarda program yazmaktan zaten 3 gr. olan beyninin durma noktasına geldiğini bildiriyordu. Sonra düşündüm ki Betofın bunu bir tek Eser için bestelemediğine göre vatan millet evlatları da kullanabilir . Neden mi bahsediyorum, sol yandaki Beethoven - Moonlight Sonata isimli sonatdan.

Şimdi efendiler, kafanın durma noktasına geldiği anda kapatıyorsunuz bütün ışıkları, uzanıyorsunuz olduğunuz yerde, gözleri de kapatıp, orta seste bu şarkıyı açıyorsunuz. Çok değil hepi topu 5-6 dk. gözler kapalı dinliyorsunuz. Bir bakıyorsunuz ki resetlenmişsiniz. En son kendinize ne zaman reset attığınızı düşünün. Haaa, o zaman resetleyin kendinizi. Bu fakire de bir dua edersiniz artık...

Cuma, Ekim 19, 2007

paket olsun 2 - the parti on the road...

Bilinmeli ki kuracağım siyasi parti için yaptığım çağrıya gelen tepkiler beni yıldırmadı. Halk beni anlayamadı. Tabii böyle bir oluşum için daha hazır olamayabilirler. Bu oluşum bu halka birkaç beden büyük gelmiş olabilir. Man on the moon triplerine sokmayın burada adamı…

Şimdi efendim halkın bu oluşuma karşı duruşunu 3 ana başlık altında toplamam gerekirse (neden hep 3’tür, var mı bilen?)

1. Siyaset ne ola ki…

Biliyorum biz siyasetten uzak durması sıkı sıkıya tembihlenmiş bir kuşağız, bizden önceki kuşaklar cop denen o münasebetsiz aletle “yakinen” haşır neşir olduklarından, hala oturup kalktıkça bize siyasetten uzak durmamızı öğütlerler. İşte oluşumumuza katılmayanların bu nedenle sessiz kalmasını olgunlukla karşılıyorum. (Nasıl “babaç” bir parti başkanı imajı oturtuyorum, bak bak..) Nasıl olsa bir gün çelerim akıllarını…

2. Benim dedem de muhtar olacaktı da…

Katılım göstermek isteyen insanlara buradan bir “tüüüh size” demek istiyorum. Bre siz ne arsız insanlarmışsınız. Biri bakanlık ister, öbürü müsteşarlık ister, biri kart bastıracak mıyız diye sorar, diğeri “parası nasıl bu işin” der, öbürü “benim plakam da 00 kaç yazacak” diye sorar, öbür biri “ben de çiçek sulayabilecek miyim?” der, öbür diğeri örtülü ödenek varsa katılacağını söyler. İşte böyle adamlarla mı kurtaracağız memleketi? Alayına tavsiyem oklu partiye, ampullü partiye, atlı, eşekli partilere gitmeleridir. Siyasetten anladığınıza bakın be. Yazının ertesine “sen siyasetten ne anlıyorsun” diye soracaksanız da sormayın. Utanın. Cevap bile vermem ben buna! Çok ayıp. Bize vatanı milleti için nokyasını, aypodunu, leptopunu feda eden, paramı efese, dolucaya, abzolüde vermem partime bağışlarım diyecek insanlar lazım. Ya bunu böyle kabul edin yada dedeniz gibi bir siyasi hayata sahip olun.

3. Hahaha,,, ayy Onur hiç güleceğim yoktu…

Bu insan profili var ya bu insan profili, işte gıcığım onlara! Bittiniz ulen siz, bundan böyle siyasi arenada karşıma çıkmayın. Dökerim ipliğinizi pazara. İnanın bana benim karşımda olmayı hiç istemezsiniz. Hayır, burada psikolojik baskı yapmıyorum, damarlarınızda akan kanda var olan “luzır” hissinizi açığa çıkarmak hiç istemiyorum, sadece size çok pis bir bakış atmak istiyorum. Hatta atıyorum şu an…


Böyle ayrıntılara takılmak istemiyorum. Parti kendini kanıtlayınca kitleler elbette arkamdan koşacaktır. O zaman ben de Baykal gibi sabah sabah uyanıp 40 tane gazeteciyi toplayıp şapır şupur yüzerim, Erdoğan gibi Davos’ta karımla elele gezerim, Demirel gibi göbeğimi şişire şişire millete akıl veririm, Kamer Genç gibi çiçek bile sularım elbet. Neydi efendim, kadınlar çiçektir, su ister!

Öncelikle partinin yönünü belirlemek lazım, benim düşündüğüm sağ parti gibi görünen, sol eğilimlerin altında ezilmeyen, merkeze yakın, muhafazakar gibi duran ama muhafazakar olmayan bir parti olmalıyız. Biliyorum şu an bu tarz parti çok var ama biz farklı olacağız.

Yönümüzü de belirledikten sonra geriye hala süregelen ciddi bir isim bulma ve parti amblemi problemi geliyor. Amblem de hayvan kullanmak eskimiş gibi gözükse de imaj oturtmak için aklıma gelen birkaç hayvan var. Dargın olduğum arkadaşlarımın resimleri de olabilir tabii.

Eveeet, son kez çağrı yapıyorum, var mı memleketi için bir şeyler feda etmeye hazır olan (ytl, Usd, €, aypod, lepidop, empiüç pileyır vs…). Hani nerede eller, hani hani???

Pazartesi, Ekim 15, 2007

how I met your mother

Etrafta alem "lost" anlatırken her şeyi bilen adam emre'nin "how I met your mother" ın 2 sezonluk dvd'lerini verdiğinden kelli, 3 oturuşta 12 bölüm izlemiş bulunmaktayız. Demans sendromuna sokmasa da unutturuyor işte o sırada dünyanın döndüğünü. Gayet geyik 20 dk., sonra bir 20 daha, bir 20 daha derken ihtiyacım varmış sanırım buna...

(how I met your mother ne ola ki? diyenler için http://alpha.cbs.com/primetime/how_i_met_your_mother/ )

Perşembe, Ekim 11, 2007

Past tense...

…Soğumuş kahvenden bir yudum daha alıyorsun, o sigarasını söndürüyor. Sigarasıyla beraber sessizliğini de sonlandırdığını anlıyoruz, kuru dudaklarını yalayıp söze girdiğinde; “bir sorun olması gerekmez miydi?” diye soruyor, bir şeylerin bitmesi için bir sorun; aldatma, geçimsizlik, kıskançlık falan filan… Demek ki gerekmezmiş diyorsun. Böyle biteceğini tahmin etmiyordun, o ise biteceğini bile düşünmüyordu. Gereksiz cümleler kurmak istemiyorsunuz hissettiklerinizin paralelliği bu kadar açıkken. Zaman birkaç yutkunma kadar geçiyor, onun gözünden bir damla yaş süzülüyor aynı camdaki yağmur damlaları gibi. Yavaşça kalkıyor masadan, sigara paketini alıp son bir kez sana bakıyor, sen gözlerini kaçırıyorsun. Tekrar baktığında gördüğün onun kapıyı açtığı oluyor. Arkana yaslanıp bir süre yağmuru izliyorsun, kahve fincanındaki son yudumu alıp sen de kalkıyorsun, hesabı ödeyip çıkıyorsun. Ben garsondan bir kağıt ve bir kalem rica ediyorum…

Bu akşam bir cd ararken buldum, ne zaman yazdığımı bile hatırlamıyorum, son paragrafını ekledim. Sol taraftaki "Janis Joplin - Summer Time" ile iyi gidiyor.

Cumartesi, Ekim 06, 2007

paket olsun

"Uzan geliyorum" partisinin genel sekreterliğinden istifa ettikten sonra (seçimlerde pek başarılı olamamıştık, aslında seçimlere de girememiştik, halbüsü girseydik sırf parti adından dolayı bize oy verecek nice dingil vardı memlekette. Ayrıca seçimlere girmiş bulunup da ciddiyeti bizden fazla olmayan nice partinin varlığını kimse inkar edemez değil mi? En azından organizeydik, mail usulü ile haberleşme sistemimiz pek gelişmiş olmasa da yok denemeyecek kadar vardı. Ama bizim genel başkan yaramaz. Cık, yaramaz. Şimdi burada Mustafa Sarıgül'lük yapmak istemiyorum, adım "ayrılıkçı kanat"a çıksın hiç istemiyorum ama allahaşkına nasıl bir lider partisini seçimlere sokamaz ki? Ayrıca sağda solda ben de partinin genel sekreteriyim dediğimde, o bayağı "gel sana mektup yazdırayım hahahah" esprilerini yapan arkadaşların da bulunduğu bir parti yönetimin de takdir edersiniz ki benim gibi ciddiyet sahibi, namzet, hülakur, fehmi, naif bir insanın bulunması söz konusu değildir. Olamaz yahu. Yanyana çekilmiş tek kare resmimizde siyasi hayatım (ki tarihtir kendileri) bitme noktasına gelir. Hiç hoş olmaz. ) Ne parantezdi yaw, neyse ne diyordum, hıh, uzan geliyorum partisinin genel sekreterliği görevinden istifa ettikten sonra bir dönem ayır fikirleri paylaştığımız silah arkadaşlarımdan bir ile "ÖCHP" (Öz CHP) partisini kurma fikrini paylaştık. Silah arkadaşımın uyuşuk çıkması, benim siyasi kulvardaki yerimi bir türlü belirleyemeyip elalemin kulvarına dalmalarım, seçim ertesi millete siyasetten "the secret" gelmesi. (bakınız "the secret" burada "kusma" manasında kullanılmıştır, yazının geri kalanında da böyle takılacaktır), işte ne diyordum hah insanlara siyasetten "the secret" gelmesi, felan bütün bu nedenlerden olmadı, kuramadık Öz Chp'yi. Zaten biraz da Sarıgül'den tırstık. CHP'yi ele geçiremez bu, gelir bizim partiye bik biklenir, o bemmmbeyass dişlerini sırıttıra sırıttıra, tane tane, bööle amerikan seçim kampanyalarından fırlamış, solaryumdan çıkmış haliyle gelir, şişli gibi bizim de içimize nüfus eder. (artık bu "içimize nüfus eder"den ne anlıyorsan onu yapar). Yok, Öz chp hiç kurulmadan Sarıgül'ün ve beyaz dişlerinin olsun, biz sarı dişliler olarak kendimiz başka bir parti bakalım.

Öncelikle bizim milletimiz "yeni" sever. Vallahi. Yeni bir şey görsün mutlaka bızıklar, kurcalar, bakar vs. O yüzden üç gram sosyoloji bilgimi kullanarak yeni bir parti ve isim olmamız lazım diyorum sizlere buradan seslenirken... (nasıl da girdim genel başkan havalarına! alkış yok mu alkış...) Hıh, yeni parti yeni isim ama isim ne olacak? Bir kere artık isimler partinin görüşünü bildrmiyor. Ne ampul partisi aydınlık felandır, ne Chp halkçı partidir, ne dsp sol partidir, mhp'nin de hareketini görebilmiş değiliz. Yani ismimizin bizi anlatması gerekmiyor. Daha güven oluşturucu bir isim olabilir. (hemen örnekler: "garanti partisi" , "güven partisi", "bizde yamuk yok partisi") tamam güven'in yanında his uyandırmalı (örnek diyorum: "bir demet yasemen partisi" , "huzur partisi" , "sevdim de ne oldu Efes pilsen zengin oldu partisi") okeydir, sonracığıma karizmatik olmalı (evveet, örnekler tavşan kanı: "dizayn partisi" , "quarisma partisi" , "george clooney partisi") gayet şöndür, rahatlatmalı insanları (örnek yok mu örnek: "bi şey olmaz partisi" , "ayıp ediyon ne demek partisi" , "bu dükkan 50 senedir burada partisi" )

Eyvallah, hepsi güzel isimler ama öyle bir isim olmalı ki bütün bu isimleri ve özellikleri barındırabilmelidir. Yok öyle bir isim diyen arkadaşlara da çok teessüf ediyorum. Niye öyle diyorsun allaaa sen? Tamam bizim de aklımıza gelmiyor ama buluruz, düşünürüz. Şimdi buradan siz sevgili insancıklara seslenmekteyim, gelim kuralım gayri ciddi partimizi, birlik olalım, görevler alalım, sistem kuralım, iş bölümü yapalım, elimizi taşın altına koyalım, çete kurmaktan DGM'lik olalım, cop yiyelim münasip münasip, sonra copun etkisi ile solcu bıyığı bırakıp reklamcı olalım, paranın dibine vuralım, ukala olalım, ahkam keselim yada biz sadece parti kuralım. Ama önce isim bulalım. Yada parti kurmayalım parti yapalım, "verisdi partiiieeee" diyen bilek ayt piis'i çaaralım, aaa fergie ne kadar da kısaymış diye şaşalım...
tamam kısa devre yapmaya başladım, ruhuyemi sıhhiyeye kavuşturur kavuşturmaz tekrar yazacağımdır, bu arada partiye üye olmak isteyenler ellerini kaldırsın, hani hani hani...

Cuma, Ekim 05, 2007

a.cık ağızlılar!

Nefret ediyorum; laf olsun diye laf söyleyenlerden, konuşmuş olmak için konuşanlardan, öylesine konuşanlardan, ağzını kapalı tutamayanlardan, ne dediğini kendi de bilmeyenlerden, otu boka soranlardan, çok meraklı olanlardan, herşeyi incelemek isteyenlerden, eşek kadar olup çocuk gibi zeka kullananlardan, "o ney?" diyenlerden, amcık ağızlılardan, çene ishali olanlardan, nefes almadan konuşanlardan, cevap vermek için dinleyenlerden, susmasını bilmeyenlerden, konuşmasını da bilmeyenlerden, her boka karışanlardan, izin almasını bilmeyenlerden, hepinizden, tümünüzden, alayınızdan NEFRET EDİYORUM! ohh be...

Perşembe, Ekim 04, 2007

olumsuzluk eki

Bu aralar olumsuzluk eki olmak istiyorum bilginize. Fena halde olumsuz olmak, işleri zor koşmak istiyorum. Aslında uyuz olurum böyle tiplere, bir gülümsemeyi, sırıtmayı bile lütuf sanan eşeklere ama işte şimdi öyle bir eşeklik içerisindeyim bende. Eşeklik demişken bir de telefonda konuşmama huyum baş göstermeye başlıyor. İstemiyorum telefonda konuşmak insanlarla, sıkılıyorum, püfflüyorum, adam telefonda derdini anlatmaya çalışıyor benim hiiç canım istemiyor o derdi telefonda dinlemek. Sen kapat, önce sen kapat, yok yok sen kapat insanı olmak istiyorum, ühhühü.... Çok saçmaladım, gidiyorum ben. Gitmek de istemiyorum aslında, kıçımı oturtmak istiyorum ama yeter di mi?

Pazar, Eylül 30, 2007

Uzun yolda yapılma(ma)sı gerekenler.

Toplamda 30 saat içinde 1800 kilometre yol yapılmış, fena halde duygulanılmış (nadir oluyor bende nedense), yorulmuş bir halde döndüm bilgisayarımın başına. Peki ne öğren(eme)dik bu yolculuktan yazacağım ki gelecek nesiller faidelensin. (doğrusu budur faide, faidelenmek. tdk'ya bakın arapça faideyi ne hale getirdiklerini görün)

1. Yolculuk sırasında gaza sol ayakla basmayı öğrenecekseniz arka demirlere burnunu dayamış bir dayınızın olmamasına özen gösterin.

2. Gaza sol ayakla basmayı öğrendiniz diye yolun yarısını kalçanızın sağ lopu üzerine oturup sol ayakla gaza basarak gitmeyiniz, sağ lopunuzun hala sızladığını fark edersiniz.

3. Yol uzun, uykusuzluk had safhada, kahve yapacaksınız ama nasıl? Yaaa, hadi öğreteyim. Şimdi efendim hız 100'e sabitlenir sağ ayak vasıtasıylan. Sol el daimi direksiyondadır (unutun o eli). Kahve bardağı iki bacağın arasına yerleştirilir. Sağ koltuğun üzerinden kavanoz alınır içine bolca kahve kaşık kaşık konulur. arada yola bakılır. sonra 2 adet şeker bardağın içine (bakın "içine" yazıyorum "yere" yazmıyorum) atılır. Sıra geldi en mühim kısıma; sağda yerde duran termos alınır, kapağı açılır. Ya allah denip gecenin zifiri karanlığında iki bacağın arasındaki bardağa kaynar su dökülür. Küçük onur'u haşlama tehlikesi zaten vardır ama önünde viraj varsa bu risk daha da fazladır. viraj alınır, termosun kapağı kapatılır, yerine konur.
Peki şimdi burada neyi yapmamalıyız:
3.a. Bu işlemleri yapmadan önce sigara yakmamalıyız. Zaten 2 tane elimiz var, biri direksiyonda, diğeri iş görüyor.
3.b. Hadi yakmış bulundunuz, o zaman camı açmamalıyız. Kendine yer olarak ağzınızı bulan sigaranın uzayan külü rüzgarla gözünüze giriyor, hiç hoş olmuyor!
3.c. Kamyon bu sola atlamaz deyip bardağı elimize almamalıyız.

4. Ipod'u adam gibi bir yere koyunuz. Termosun ağzını da adam gibi kapayınız. Ayak paspaslarını kauçuk almayınız. Termosdan akan su kauçuk paspasda göl niteliği oluşturuyor, bu gölün içine düşen ipod kuruyana kadar çalışmıyor. Müziksiz kalıyorsunuz.

5. Çok uykunuz geldi diye yüzünüzü yıkamak isterseniz bunu giderken yapmayınız. Göbeğiniz (ben de gerçi yok, kas benimki!!!) ıslanıyor, sonra kurumuyor.

6. Ekonomik gideceğim diye sürekli 100'le gitmeyiniz, içiniz bayılıyor.

vs..vs.. gerisi zaten bildiğiniz şeyler. Haa nedir 30 saatte 1800 kilometre yol yapmanın mantığı derseniz, yok bir mantığı ama sonuçta harika bir çocuğun size yıllar sonra bir kez sarılması için mantık aranmaması gerekir. Çünkü mantığın çok ötesinde inanılmaz bir duygudur bu.

Perşembe, Eylül 27, 2007

1000 sene önceki hesap

Niceleri geldi, neler istediler
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler,
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenlerde hep senin gibiydiler.

Ömer Hayyam / Rubailer

Çarşamba, Eylül 26, 2007

Ya benim keçeli kalemlerim noolcek sarp bey...

Teee Burger King'den beleş motorola telefon çıktığı günden beri (1999) bendeniz 100-150 milyonluk telefonu 12 taksitle alır, ata tuta kullanırdım. Yes - No olsun, ee bi de alarm yeter. Bu durumdan kelli telefonlarımı sağa sola koymayı değil de atmayı tercih ederdim. En az 70 defa unuttuğum yere geri dönüp telefonumu alma huyum da cabası. Şimdi niye yazıyorum bunları, çünkü dün akşam Volkan itinin de aklıma girmesi ile ne zamandır "alsam bir pocket pc hem işimi gücümü yanımda taşısam, smart&simple felsefeme ihanet edip organizer adamı olsam" düşüncem alevlendi. Dayanamadım gittim bugün kendime bir pocket pc aldım. İyi mi ettim kötü mü göreceğiz ama fena bir vicdan azabı çekmekte bu deli gönül. Birincisi bu aleti pahasından dolayı nah atar tutarım, ikincisi isviçre kadar boyutu olduğundan orama burama sokamam, üçüncüsü unuttuğum restoranlarda dönünce "aa biz görmedik" cevabı alırım, dördüncüsü şakır şakır kullanamam kasnak alet arabayı sağa çekip kullandırır kendini, beşincisi, altıncısı gider bu liste. Negatif adam olduğumuzdan artıları saymaya gerek yok eksiler bize yeter! Hal böyle, ben eski telefonuma geri döneceğim gibi geliyor ama hayırlısı...

Pazartesi, Eylül 24, 2007

Gezelim, görelim...

Özellikle TRT program isimleri gibi bir başlık attığımı söylememe gerek yok sanırım. Bir yere ters mevsimlerde gitmek gerek. Sahile sonbahar ve kışın, kayak yapılabilecek bir dağa yazın. Nasıldı o şarkı sözü "boş bir yüzme havuzu sonbaharda..." Amaç hissetmek ise fazlası olacaktır...

Perşembe, Eylül 20, 2007

Eser'e tostlu mesaj!

Vardı bir aralar tost muhabbeti memlekette, "tostunu yediysen gel" diye sonra fena halde cinsel içerik halini almıştı. Dün gece Eser geldi küt diye 12 gibi. Saat 4'e kadar ayakları uzatıp sesi kapalı televizyona bakarak yapılan muhabbetin ardından tamamen gerçek manasında tost yapmak istedik. Eser'in tost ekmeklerine salçayı bir sanat eseri edasında sürmesi ile fark ettim Eser ile böyle sümsük sümsük takılmayı özlediğimi...

Pazar, Eylül 16, 2007

Depozitosuzmuş...

Bir süredir kültablasına sigara söndürürken beceremediğimi farkettim. Yuh artık, gerçekten yuh artık ama sönmüyor işte meret bir seferde. Tik oldu, inat oldu daha bir dikkatli basıyorum son fırttan sonra ama olmuyor arkadaş, ben daha dikkatli bastıkça sanki pzvng hiç sönmüyor. Feci taşşak konusu olur biliyorum, farkındayım ama özgüvenimi bile yitirecektim bu konuda. Neyse, öyle böyle derken bu akşam arsen lüpen de içerken bundan bahsettim. Eser sigarayı artık eskiden olduğu gibi dibine kadar içmediğimi ondan sönmediğini söyledi. Oralı olmadım tabii, sallamaz gözüktüm, olabilir tabii abi modlarına girdim çıktım ve eve gelir gelmez yaktım bir sigara, içtim dibine kadar ve gördüm ki dana haklıymış. Şimdi takdir mi etsem, uyuz mu olsam danaya, diyeceğim ama tabii ki uyuz olacağım ki oldum şu vakit itibarıyla.

Micheal Jackson (ne alakaysa) dinlemek var bugün içimde hep. Beat it olabilirdi mesela... beat it, beat it, beat it, beat it
No one wants to be defeated

Yazdıklarımla çok alakasız olacak ama bu akşam hayatın depozitosuz olduğunu kesin olarak anladım. Gerçekten.

Cumartesi, Eylül 15, 2007

Remezen geldi....

Millet sapıtmış, herkes hipnotize edilmiş gibi. Git adamın önünde dur, duruyor. Denedim. iki omuzundan tut, yavaşça arkasını çevir o yöne gider, o halde millet. Trafik zaten ilginç. Herkes zıbıttı. Sigarasızlığa veriyorum bir de sabah çayına. Bugün motor ile çıkmak gibi bir delilik yaptım. Du bakalım günde iki paket sigara içen bir taksici önünde giden kara motorlu beni tek dal sigara gibi görüp üzerime sürmezse bugün de kefeni yırtmış olacağım.

Cuma, Eylül 14, 2007

Bourne bu borumu?

İlk önce "Bourne identity" girmişti hayatıma Robet Ludlum'un kitabıyla, sonra filmini izledim. Daha sonra "Bourne supremacy"yi okudum yine Robert Ludlum'dan, ardından tabii ki filmi geldi.
Robert Ludlum'um ölümünün ardından yazarın en büyük hayranı olan bir başka yazar Eric Van Lustbader bitirmişti seriyi "Bourne Ultimatum" ile. Bu sefer önce filmini izledim. Sanırım seri bitti, bu kadar harika kitapları okuyup ardından özüne sadık ve mükemmel bir perde uyarlaması olan filmleri daha izleyebileceğimi sanmıyorum. Jason Bourne kim olduğunu bulduğuna ve seri bittiğine göre bu yazıyı da her film bittiğinde çıkan o müthiş moby şarkısıyla bitireyim...

Why Does my Heart Fell so Bad

Why does my heart
Feel so bad?
Why does my soul
Feel so bad?
These open doors

Şarkıyı dinlemek isteyen sol taraftaki "arka taraf konuşma aranda dinle burayı" menüsünden tıklasın..

Salı, Eylül 11, 2007

Motor, torr torr..

Pazar akşamı lahmacun yenmiş, yiyen 5 kişinin arasından bir tek benim motorum (tabii ki) bozulmuştur. Pazartesi günü peeek yoğun geçeceğinden hiç yememek tercihi yapılmıştır. Pazartesi akşamı niyet bozulmuş kazıkçı kumpirciden sadece patates, kumpir parasına alınmış ve yenmiştir. Sabah kahvaltısı olarak da mukavva tercih edilmiştir. Bu "eti-form" denen nanenin bildiğimiz mukavvadan tek farkı küçük parçalarda kesilip paketlenmiş olmasıdır, onun hariciyetinde daha önce gerçek mukavva yemiş bir insan olarak tecrübe konuşuyor ki bu eti firması mukavvayı dilimleyip bizlere yedirmek suretiyle para kazanmaktadır. Suçlu eti midir? Değildir, suçlu o mukavvayı çaya bandırıp ağır çektirmek suretiyle yiyen biz dangalaklarındır. Akşam bir paket eti form ve bir uhu ile karton ev yapacağım...

Pazar, Eylül 09, 2007

Çöp kutusunun kapağı son yazdığımda parçalanmıştı. Koku çok önemli değildi, burun alışıyordu, üstüne bir de rayından çıkınca, kapağı açtığımızda "vııjjjt" diye dışarıya çıkmamaya başlamıştı. Gel gör ki benim naçizane göçmen inadım buna izin veremezdi. Bu sabah uykulu gözüm, sırtıma yapışmış midemle oturup hem kapağı hem rayını tamir ettim. Şimdilik ilk günkü gibi sapasağlam çalışmakta. Zafer göçmen inadınındır efendim...
Dün gece ilk defa üşüdüm. Demek ki herşeyi ikiye ayıran zihniyet mevsimleri de t-shirt ile yatılan mevsimler, çıplak yatılan mevsimler olarak ikiye ayırmış. Cam hala açık, yakında mevsimleri cam açık yatılan ve cam kapalı yatılan olarak ikiye ayıracağım. sanırım ekim - kasım semaları olacaktır.
Bir süredir her sabah gözümü açtığımda yerde, kenarda duran 50 kuruşu görüyordum. Dün o 50 kuruşu evden çıkarken cebime attım ve harcadım ve bu sabah gözümü açtığımda alışkanlık ile 50 kuruşu aradım ama yoktu. Nedense üzüldüm bu duruma, aklımdan şuraya bir 50 kuruş koyayım diye geçti ama sonradan koyacağım önceki 50 kuruşun yerini tutmayacaktı...

Çarşamba, Eylül 05, 2007

Eski fotolara bakmak, eski yazdıklarını okumak, yıllar önce izlenmiş bir filmi tekrar izlemek... Anımsatıyor o günü ama geri getirmiyor zamanı. Ukalalıktır günü yaşa öyleyse demek, sanki ne b.ku yaşıyorsak. Bir anlamı olmalı...

Cuma, Ağustos 31, 2007

"Credence Clear Water Revival - Have You Ever Seen The Rain" dinliyorum, özlemişim bu şarkıyı. Rod Stewart'da söylüyor muydu bu şarkıyı? Sahi o ölmedi mi? Hala saçları spreyli mi? Yastığı saç spreyi mi kokuyor?

Yesterday, and days before, sun is cold and rain is hard,
I know; been that way for all my time.
til forever, on it goes through the circle, fast and slow,
I know; it cant stop, I wonder.
I want to know, have you ever seen the rain?

Pazartesi, Ağustos 27, 2007

Peeeh, aylar olmuş yeni bir şeyler yapmayalı. Paslanmışım, neyse ki ne zamandır beklettiğim bir fotoyu çarpıp böldüm, topladım çıkarttım "subway" ortaya çıktı. Rabbim photoshop'tan razı olsun.
Bu arada söz (I'm sitting on the subway, going the wrong way) Bukowski emmi'nin bir şiirinden...

Cumartesi, Ağustos 25, 2007

Eski Türk filmlerinden kalma bir sevda ile hala, bir insanın doğumdan hayatının belli bir zamanına kadar hikayesinin anlatıldığı filmlere olan alışkanlığım geçen gece "namesake"i izleyince tekrar kabardı. Daha önce de "c.r.a.z.y" de almıştım bu tadı. 90-120 dakikada nasıl da geciyor yıllar. Şu yaşıma geldim 90 dakika oldu mu acaba? Bir reklam alsaydık araya bari, bir çiş molası falan...

Perşembe, Ağustos 23, 2007

bu arada çöp kutusunun son hali hakkında bilgi vermem gerekirse; Kendisi benden uyuz çıktı. İntikamım acı oldu, şu an kapaksız bir çöp kutumuz var. Koku meselesini kurcalamanın alemi yok değil mi?
"Blog'a karşı suçluluk duygusu" entry'si açsın biri ekşi sözlükte. bu duyguyla actım blogumu isyerinde, olur da iki kelam yazarım simdilik def ederim duyguyu diye, aa baktım biri yorum yapmıs blog'a. Tanımam, etmem. Eyvallah dedim uzaktan bir maille. Gecesinde koydum fıçının son bardağını, o kişinin blog'unu okudum izniyle (http://tahavvul.blogspot.com). Al işte suçluluk duygusundan kurtulayım derken girdi bir kurt içime. nam-ı söz konusu şahıs yazmış har yazmış. geber Onur, blog böyle tutulur!

Salı, Temmuz 17, 2007

Vardır bende öyle, zaman zaman insanları ikiye ayırırım. Mesela bugün de insanları "çalışırken terlediği için gurur duyan" ve "çalışırken terlediği için utananlar" olarak ikiye ayırdım. Kendimi de birinci gruba sokuverdim. Karşımdaki ikinci gruptan olduğunu tahmin ettiğim zibidiye de kınar gözlerle baktım. Zevkli oluyor insanları böyle küüüt diye ikiye ayırmak.

Bir de ne zamandır blog'a yazmadıgımı fark ettim. Hemen ikiye ayırdım insanları, bir işe heves ile başlayıp 3-5 gün sonra devam ettiremeyenler ve bir işe heves ile başlayıp uzun süre devam ettirebilenler olarak. Kendimi birinci gruba sokmaya utandım. Hatta ne yalan söyleyeyim öyle bile hissettim. Şimdi yazdıkça, kelimeleri arka arkaya ekledikçe ikinci gruba yaklaşıyorum sanki. Kabarıyor göğsüm, hatta şu yukarıdaki resimleri felan da bir değiştireyim sevabına.

Cuma, Nisan 20, 2007

Gece, bu sessizliği dinlemek için bu saatleri beklemeye değer. Sadece notebook'un fanından cıkan sesi duyuyorum. Bir sigara kül tablasında "telleniyor". Herşey sakin, sanki dünyada yaşayan bir ben kalmışım. Eskiden bir süpermarkette, migrosta falan mesela gece kapalı kalsam neler yapardım diye düsünürdüm, simdi de dünyada bir ben kalsam neler yapardım diye düsünüyorum. Bombos sokaklar, dükkanlar... Vanilla Sky'ın başlangıcındaki gibi, uyanıp arabaya bindiğimde 3-5 dakika şaşkın şaşkın sadece yaprakların uçuştuğu bomboş sokaklarda durumu kavramaya çalışmak...

Pazartesi, Mart 26, 2007

Ne zamandır okumuyordum Hakan Günday'ı. "malafa" ve "piç"te sanki Hakan günday değil de farklı bir yazarın romanı gibiydi. "Azil"i okuyunca tekrar Hakan Günday okuduğum günleri hissettim. İyi geldi uzun süreden sonra. ohh...

Cuma, Mart 02, 2007

Kafa cok boktan bu aralar, işler stresli, karıştırmayayım özel hayatıma diyorum ama kafadan cıkmıyor ki, alem pust olmus! Ne yapacagımı sasırdım ben de yaziim dedim. iyi yaptım. söyle isi gücü bıraksam, atlayıp arabaya kumburgaza gitsem. bombostur orası simdi. kumsalda nemli kumların üstünde otursam, köpeklere sataşsam, denize taş atsam, akşama kadar otursam, akşam kumsalda götüm donarken 2 bira bir cips yapsam. Naaaahmümkün!!!

Perşembe, Ocak 18, 2007

Onur Vs. Çöp Kutusu (Round 3)

3. Round'u ben kazandım. Bu sefer çok sağlam tamir ettim inorganik çöp kutusunu. Artık hayatta bozulmaz. Zaferim kesin. Dolap kapağını açıyorum hoop çöp kutusunun kapağı kalkıyor ve kapatınca tekrar iniyor. Yees I can!