Başlıkta gayet güzel özetliyor ama yok ben illa açıklamayı da okurum, kıl tüy adamım ben diyorsan anla ki bu blog mlog işleri gereksiz işler. 'Öyleyse sen niye blog takılıyon?' diye sorarsan iki dakka durmam kırarım çeneni. Sana mı sorucam ne takılıp ne takılmayacağımı, istemiyorsan bas git meşgul etme dükkanın önünü...
Pazartesi, Aralık 31, 2007
yeni yıl yeni yıl yeni yıl yeni yıl heeerkese kutlu...
Perşembe, Aralık 27, 2007
Pazartesi, Aralık 24, 2007
Hastayım hastaa.....
Bir pundunu bulup fotoğrafını çektim benim telefonla. Ahanda yandadır. Muhtemel tedavi veya kurtulma yöntemi bilen varsa yazsın. Ama kıçından uydurup beni maymun edecek arkadaşlarıma şimdiden teşekkür edip "bi gidiin allaaanızı severseniz" demek istiyorum.
not: Kargo poşetlerinden harika kusma torbası oluyor. Öncelikle dışarıdan göstermiyor, açıp kusması kolay, kustuktan sonra tuvalete falan boşaltması kolay, sıçratmıyor, beleş. Özellikle fillo kargonun 2 nolu boyutunu tavsiye ederim.
Pazartesi, Aralık 17, 2007
pozitif - negatif
Justine ile takıldık bugün. Çok mutluydu bense bir o kadar sevimsizdim. O sırıttı durdu hemstır gibi sürekli ben de somurttum gergedan gibi. Ne kadar pozitif geldiyse bir o kadar negatif aşıladım ona. (bu arada tdk'ya baktım "pozitif" ve "negatif" türkçeymiş, gerçi "olumlu - olumsuz"da kullanabilirdim ama yine de türkçeye sadık kalmışım) Hoşuma gitmiyor insanlara negatif düşünceler aşılamam, negatif olduğumda görüşmesem mi insanlarla acaba?
Var yine sıkıntı, var...
Çarşamba, Aralık 12, 2007
Tut ki mucizeyi kuyem...
1. Demir çatalla porselene yada yine demir tencereye çizik atma sesi.
2. Gece uyurken kulağa gelen sivrisinek sesi.
3. Mikrofonda konuşma yaparken amfiden gelen ve bir anda yükselen "viiiiik" sesi.
4. Diş gıcırdatma sesi. (gıcığım gıcırdatanlara)
5. Yıldız Tilbe ve Ferdi Tayfur sesi. (ikisi düet yapsa tam süper olacak!)
Benden bu kadar varsa aklına gelen yazsın.
Bir konu daha var: "ne olacak bu beşiktaşın hali?" haliyle bu konuyu fazla irdelemeyeceğim. Akşam maçtan sonra eve dönerken biraz düşündüm, ben seviyorum bu başarısızlıkları. Başarısızlığa rağmen sevmeyi de seviyorum. Sahiplenme oluştu herhalde. Para basıp kombine de aldım ya kulübü satın aldım sanki öyle sahiplendim. Sonra da yenilince kızmadan hoş bir tebessümle kabulleniyorum başarısızlığı. Biraz arabesk durumları oluyor ama ne demiş ünlü düşünür Joan Emmanuelle Petit : "Kaderin böylesine yazıklar olsun"
Cuma, Aralık 07, 2007
Abim evin tek çocuğu
"Abim Evin Tek Çocuğu - Mio Fratello E Figlio Unico" gidin. Çok ciddiyim gidin. izleyin. Ama mümkünse son seansa gidin, sonra paşa paşa gidin evinize yatın. Sabah kalkın hala italyanca şarkı söylediğinizi görürsünüz. Film hakkında yorum yapmıyorum sadece git diyorum. Bi laf dinle yaa... Bu fakirden de dualarınızı eksik etmezsiniz..
Dün ne oldu? Combo Can babamdaydı, öğleden sonra işe geldi, benim fit fit bi işim vardı, bindim combo'ya gidiyorum, aaa gariplik var, arabada müzik çalıyor?! Bilmeyenler için, babam müzik dinlemez, rakıyı biraz kaçırırsa şarkı söyler ama dinlemez. Ben en son dinlediğini hatırlıyorum, 80'li yıllardı, TRT'de "Gönül Telimizi Titretenler" adlı bir alaturka program vardı, işte koro yanyana dizilmiş trt formatı şarkı söylüyor. Onu bana videoya çektirir onu izlerdi. Arabada da bir adet muazzez abacı bir de yıldırım bekçi kasedi vardı. O araba da satıldı o zaman. Sonra yaklaşık 20 yıldır babam müzik dinlemedi. Hep ntvradyo, hep haber dinledi, ekonomi dinledi. Dün arabayı aldığımda radyo karmaturka dye bir alaturka radyosu açıktı. Bir garip oldum, babam kafasında çalışmayı bırakıyor herhalde diye düşündüm, ellemedim radyo kanalını, bir hoş seda içinde, huşu içinde, gönül telim titreye titreye gittim.
Perşembe, Aralık 06, 2007
Takatim yoook...
Her işi erteliyorum sanki sonra yetiştirebilecek gibi. Yakında nefes almaya da üşeneceğim. (gerçekten ne o öyle 2 saniyede bir nefes almak, şöyle 15-20 dakkada bir falan alsak bari, bi tutiim bakalım nefesimi ne kadar gidecek)
22 saniye, üşendim daha fazla tutmaya. Biliyorum fazla tutsam sanki tutmadıklarımın acısını çıkaracak gibi hızlı hızlı nefes alacak bu ciğerler. Ben benim ciğerimi biliyorum bea! Bir de arkadaşlarım fit fit her gece dışarıdalar, hele volkan iti eve girmiyor deyus. Bir de beni çağırıyorlar, ulen ben eve gidecek takati bulamıyorum kendimde sen cafelere mafelere çağırıyon beni.
Ne demiş çinli düşünür, ulu insan Zang Cho Pan "Aaaaayyyy, yok mu beni s.ken..."
Note: Üşendim ama bu haldeyken dinlemeyi çok sevdiğim bir şarkıyı koydum sol tarafa. Çook mayışık, üşen bir şarkıdır kendileri. Üşenmezseniz dinlersiniz, dinlerseniz seversiniz ama üşenirsiniz.... Programımızı kapatırken Smashing Pumpkins'in icrası ile 1979 diyoruz efendim, nice mutlu saatler sizlerin olsun...
Pazartesi, Aralık 03, 2007
azim ve donmuş bir g.t
"Kar yağsın hele gidip karda yatıcam, gökyüzünü seyredicem" diyen ben bu hafta sonu Kerem tombisinin de fikiri ile birleştirme yapınca soluğu cümbür cemaat Maşukiye'de aldık. Maşukiye'de kar olmayınca ve kaldığımız hotel AKP'nin kızılcahamam kampına benzeyince gece şarapları içip blackjack ve king merasimini odada yapıp uyanır uyanmaz very mükellef bir kahvaltının ardından soluğu kartepe'de aldık. İyi ki de aldık. Yalnız dikkatli izleyiciler anlayacaktır, ben salağı karda yatma hayalimi kot pantolonla gerçekleştirmeye kalkınca kelimenin gerçek anlamıyla "götüm dondu". İnsanın götü donarmı demeyin, donar. Test ettim, onayladım. Böylecene karda yatma hayali pek kısa kesildi olsun güzel bir hafta sonu geçirdim. Yapımda ve yayında emeği geçen herkese teşekkürler...
Son olarak; bunu sonuna kadar izleyin hatta kaydedin,
http://www.youtube.com/watch?v=QjA5faZF1A8
elemanın yeteneğine ve cool'luğuna (cool'un olayım beaa) ben hayran kaldım. Tavsiye ettim.
Salı, Kasım 27, 2007
Hemistır
Gary Moore dinleyesim geldi nedense, gevrek gevrek şöyle... En son ne zaman dinlediğimi bile hatırlamıyorum ama sabah kalktığımdan beri "one day the sun will shine on youuuu, turn all your tears to laughter" diye geziyorum, dinleyeyim belki çivi çiviyi söker.
http://www.youtube.com/watch?v=Qh_k-MMsilA&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=ChkFtdzDKxs
bu iki video gebertti beni. Fatih Terim ingilizce konuşuyor! "in the tabela" , "you cannot didn't" dümdüz gidiyor... Allah da onu güldürsün.
Amiiiin....
Perşembe, Kasım 22, 2007
Şimdi haberler...
Ciddiye almadığım insanları ciddiye almaya başladığımda gereksiz bir iş yapmışım gibi hissettim. (niye ciddiye aldıysam?)
Combo ile daha samimi konuştuğumu ama twingo'ya karşı biraz daha mesafeli olduğumu gördüm. Karakızımı ise ne zamandır ihmal ediyorum, affedebilecek mi beni? (zor ilişkiler bunlar)
Dayım insanıyla genelde yüzyüze konuşmadığımızı, hep yanyana oturup karşıya bakarak konuştuğumuzu farkettim. Yüzünü tam hatırlayamıyorum desem yeridir, hayal meyal yaniii.. (yok artık!)
Yapmam gereken ama ertelediğim işler listesi Earl'ün listesine döndü. En başta modem evin ortalarına bir yere monte edilecek(1-2 yıl oldu) , sonra bakırköy'deki kamera sistemi ayarlanacak (4 ay oldu), combo ve twingoya baktırılacak, karakıza kış hazırlığı yapılacak (çok oldu), bilgisayar odası odaya benzetilecek, çöpler atılacak (1 yıl), sonra ..... (ömrüm vefa edecek mi bunlara?)
Murat ve Emre ile görüşmeyeli uzun zaman olmuştu, özellikle Murat ile, "abicim, iki çocuğum var ellerinden öper" repliğine hala gülüyorum. (bak sen kerataya)
Tekfen'in halka arzında talebime 0 (yazıyla sıfır) hisse makul görenlerin anneleri anılacak. (adiler, alçaklar, şerefsizler...)
Pazar, Kasım 18, 2007
Yemek mi yaptım terapi mi?!
Dün işe gitmedim, sabahtan alışveriş vırt zırt yapıp eve döndüm. Sonra yemek yapmaya koyuldum. Aslında yeteneksiz değilimdir yemek yapma konusunda ama yeteneğim her zaman yaptığım omlet ve makarna türevlerinin ötesine hiç taşınmamıştı. Yok yemek kitabıydı, yok anne aramaydı, bu fırın nasıl çalışırdı, büyük tencere neredeydi derken, açtım müziğimi, sabahtan akşama kadar soydum, doğradım, pişirdim, haşladım, kızarttım, temizledim, çalan şarkılara eşlik ettim, kendimden geçtim, sonuçta ortaya bir koca tencere yuvalama çorbası, adını bilmediğim bir tür köfteli, patlican, patates, domates, biberli fırınlanmış kebabımsı bir şey, mantarlı makarna, koca kase salata ve ayva tatlısı çıktı. (fotoları yukarıdadır).
Ciddi ciddi terapi gibiydi, hiçbirşey düşünmeden sadece birşeylerle oyalanmak. Bir mutfağa girip 5 saat çıkmamak. inanılmaz kafa rahatlatıyormuş, ben artık sık sık yapacağım, tavsiye ederim...
Salı, Kasım 13, 2007
Cücü forever
http://www.youtube.com/watch?v=IRI7Kc3PBo4
neymiş, cücü forever...
Bu arada sol yana (arka taraf konuşma aranda dinle burayı) çook piç bir şarkı koydum. biraz 80'leri hatırlatmıyor mu derseniz, bariz 80'ler lan derim. Ama güzel şarkıı allaa sen...
Cuma, Kasım 09, 2007
Tülin insanı ile diyaloglar Version 2.0.1
Onr: Koskoca Tom Cruise bile tarikatçı olduktan sonra bizim Aysun olmuş çok mu?
Tln: Ayol nesi koskoca onun be
Onr: Adam Mission Impossible 2’de dünyayı kurtardı daha ne olsun
Tln: Dünyayı kurtarmadı o, kendini kurtardı
Onr: Tahtakale’de satılıyormuş gibi bahsettin be kızım….
Perşembe, Kasım 08, 2007
Masal masal matitas, kaynananın...
Bu arada Tülin insanı ile dünkü mailleşmemiz. (Özeline giriyorum Tülin ama çok hoşuma gitti!)
Tln: herşeyi bilmese de olmazz, yarın size gelicem akşam
Onr: Gel, tatlı felan al, elin bos gelme…
Tln: görgüsüz adam, hep getiriyoruz hem kıymet biliyorsun hem de istiyorsun, gerçi sevmediğin halde güllaç yemiştin hakkını yemem ama bari ne istiyosun onu style.. baklava açayım evde istersen
Onr: Bilmem pahalı bi sey olsun.
Onr: Fişini de getir, bakıcam.
Onr: Bol koydur ama, sosuna da bandır, tutti furuttili de eklettir.
Tln:oldu sizin eve de uçarım ordan erimesin diye
Pazartesi, Kasım 05, 2007
Çember
Neyse asıl meseleye geleyim, geçen hafta stresi bolca yüklenip, iyice tırlatma noktasına gelip, milletin kalbini kırmalara başlayınca cumartesi günü uzun zamandır yapmak istediğim bir şeyi yaptım. Gittim trene bindim. Saatlerce tık tılak giderken kitabımı okudum, müziğimi dinledim, camdan bön bön bakıp düşündüm. Sonra Bozöyük'te uyuya kalmışım, yarım saatlik bir uykunun arkasına Eskişehir'de gözümü açınca apar topar indim. Çok özlemişim Eskişehir'i. Gittim mübarek insan Tülay'ı buldum. Oturduk bir barda, meğer ne çok şey birikmiş konuşacak. Saatlerce konuştuk, sonra gece son trene bindim, sabah yine İstanbul'daydım. Eskiden gitarla çalmaya çalıştığımız bir yeni türü şarkısı vardı "ya dışındasındır çemberin, yada içinde yer alacaksın". Çemberin dışına çıkmam gerekiyordu nefes alabilmek için, çıktım, bir nefes gibi geldi ama ne kadar gider bilemem...
Çarşamba, Ekim 31, 2007
Efendi ol ciğerimi ye...
Sihirliymiş bu süveter denen zımbırtı. Tüm gün acayip efendi hissettim kendimi. Gayet sakin ağırbaşlıydım, efendi gibi takıldım, olaylara büyümüşte küçülmüş veletler gibi baktım, "hmmm" dedim bol bol, trafikte minibüsçülerle bile dalaşmadım, akşam üzeri birkaç müşteriye asabiyet yapmam dışında gayet efendiydim. Dedim ya sihirliymiş bu süveter...
Bu arada grevdeki telekom çalışanları müsaade ederlerse chris cornell'ın unplugged olarak zikrettiği "billy jean" isimli eseri yan tarafa yüklemeye çalışıyorum. Sindirelim.
Salı, Ekim 30, 2007
Velet...
Cuma, Ekim 26, 2007
Bina ifşa edelim...
1. Parti kurma işinde çok yalnız kaldım. Başıma gelenler Erkan Mumcu'nun bile başına gelmemiştir.
2. Robin'in gençliğinin olduğu bölüm how I met your mother'ın en iyi bölümüymüş.
3. Çöp kutusu hala canavarlar gibi çalışıyor.
Pazar, Ekim 21, 2007
muunlayt sonat
Şimdi efendiler, kafanın durma noktasına geldiği anda kapatıyorsunuz bütün ışıkları, uzanıyorsunuz olduğunuz yerde, gözleri de kapatıp, orta seste bu şarkıyı açıyorsunuz. Çok değil hepi topu 5-6 dk. gözler kapalı dinliyorsunuz. Bir bakıyorsunuz ki resetlenmişsiniz. En son kendinize ne zaman reset attığınızı düşünün. Haaa, o zaman resetleyin kendinizi. Bu fakire de bir dua edersiniz artık...
Cuma, Ekim 19, 2007
paket olsun 2 - the parti on the road...
Bilinmeli ki kuracağım siyasi parti için yaptığım çağrıya gelen tepkiler beni yıldırmadı. Halk beni anlayamadı. Tabii böyle bir oluşum için daha hazır olamayabilirler. Bu oluşum bu halka birkaç beden büyük gelmiş olabilir. Man on the moon triplerine sokmayın burada adamı…
Şimdi efendim halkın bu oluşuma karşı duruşunu 3 ana başlık altında toplamam gerekirse (neden hep 3’tür, var mı bilen?)
1. Siyaset ne ola ki…
Biliyorum biz siyasetten uzak durması sıkı sıkıya tembihlenmiş bir kuşağız, bizden önceki kuşaklar cop denen o münasebetsiz aletle “yakinen” haşır neşir olduklarından, hala oturup kalktıkça bize siyasetten uzak durmamızı öğütlerler. İşte oluşumumuza katılmayanların bu nedenle sessiz kalmasını olgunlukla karşılıyorum. (Nasıl “babaç” bir parti başkanı imajı oturtuyorum, bak bak..) Nasıl olsa bir gün çelerim akıllarını…
2. Benim dedem de muhtar olacaktı da…
Katılım göstermek isteyen insanlara buradan bir “tüüüh size” demek istiyorum. Bre siz ne arsız insanlarmışsınız. Biri bakanlık ister, öbürü müsteşarlık ister, biri kart bastıracak mıyız diye sorar, diğeri “parası nasıl bu işin” der, öbürü “benim plakam da 00 kaç yazacak” diye sorar, öbür biri “ben de çiçek sulayabilecek miyim?” der, öbür diğeri örtülü ödenek varsa katılacağını söyler. İşte böyle adamlarla mı kurtaracağız memleketi? Alayına tavsiyem oklu partiye, ampullü partiye, atlı, eşekli partilere gitmeleridir. Siyasetten anladığınıza bakın be. Yazının ertesine “sen siyasetten ne anlıyorsun” diye soracaksanız da sormayın. Utanın. Cevap bile vermem ben buna! Çok ayıp. Bize vatanı milleti için nokyasını, aypodunu, leptopunu feda eden, paramı efese, dolucaya, abzolüde vermem partime bağışlarım diyecek insanlar lazım. Ya bunu böyle kabul edin yada dedeniz gibi bir siyasi hayata sahip olun.
3. Hahaha,,, ayy Onur hiç güleceğim yoktu…
Bu insan profili var ya bu insan profili, işte gıcığım onlara! Bittiniz ulen siz, bundan böyle siyasi arenada karşıma çıkmayın. Dökerim ipliğinizi pazara. İnanın bana benim karşımda olmayı hiç istemezsiniz. Hayır, burada psikolojik baskı yapmıyorum, damarlarınızda akan kanda var olan “luzır” hissinizi açığa çıkarmak hiç istemiyorum, sadece size çok pis bir bakış atmak istiyorum. Hatta atıyorum şu an…
Öncelikle partinin yönünü belirlemek lazım, benim düşündüğüm sağ parti gibi görünen, sol eğilimlerin altında ezilmeyen, merkeze yakın, muhafazakar gibi duran ama muhafazakar olmayan bir parti olmalıyız. Biliyorum şu an bu tarz parti çok var ama biz farklı olacağız.
Yönümüzü de belirledikten sonra geriye hala süregelen ciddi bir isim bulma ve parti amblemi problemi geliyor. Amblem de hayvan kullanmak eskimiş gibi gözükse de imaj oturtmak için aklıma gelen birkaç hayvan var. Dargın olduğum arkadaşlarımın resimleri de olabilir tabii.
Eveeet, son kez çağrı yapıyorum, var mı memleketi için bir şeyler feda etmeye hazır olan (ytl, Usd, €, aypod, lepidop, empiüç pileyır vs…). Hani nerede eller, hani hani???
Pazartesi, Ekim 15, 2007
how I met your mother
(how I met your mother ne ola ki? diyenler için http://alpha.cbs.com/primetime/how_i_met_your_mother/ )
Perşembe, Ekim 11, 2007
Past tense...
…Soğumuş kahvenden bir yudum daha alıyorsun, o sigarasını söndürüyor. Sigarasıyla beraber sessizliğini de sonlandırdığını anlıyoruz, kuru dudaklarını yalayıp söze girdiğinde; “bir sorun olması gerekmez miydi?” diye soruyor, bir şeylerin bitmesi için bir sorun; aldatma, geçimsizlik, kıskançlık falan filan… Demek ki gerekmezmiş diyorsun. Böyle biteceğini tahmin etmiyordun, o ise biteceğini bile düşünmüyordu. Gereksiz cümleler kurmak istemiyorsunuz hissettiklerinizin paralelliği bu kadar açıkken. Zaman birkaç yutkunma kadar geçiyor, onun gözünden bir damla yaş süzülüyor aynı camdaki yağmur damlaları gibi. Yavaşça kalkıyor masadan, sigara paketini alıp son bir kez sana bakıyor, sen gözlerini kaçırıyorsun. Tekrar baktığında gördüğün onun kapıyı açtığı oluyor. Arkana yaslanıp bir süre yağmuru izliyorsun, kahve fincanındaki son yudumu alıp sen de kalkıyorsun, hesabı ödeyip çıkıyorsun. Ben garsondan bir kağıt ve bir kalem rica ediyorum…
Bu akşam bir cd ararken buldum, ne zaman yazdığımı bile hatırlamıyorum, son paragrafını ekledim. Sol taraftaki "Janis Joplin - Summer Time" ile iyi gidiyor.Cumartesi, Ekim 06, 2007
paket olsun
Öncelikle bizim milletimiz "yeni" sever. Vallahi. Yeni bir şey görsün mutlaka bızıklar, kurcalar, bakar vs. O yüzden üç gram sosyoloji bilgimi kullanarak yeni bir parti ve isim olmamız lazım diyorum sizlere buradan seslenirken... (nasıl da girdim genel başkan havalarına! alkış yok mu alkış...) Hıh, yeni parti yeni isim ama isim ne olacak? Bir kere artık isimler partinin görüşünü bildrmiyor. Ne ampul partisi aydınlık felandır, ne Chp halkçı partidir, ne dsp sol partidir, mhp'nin de hareketini görebilmiş değiliz. Yani ismimizin bizi anlatması gerekmiyor. Daha güven oluşturucu bir isim olabilir. (hemen örnekler: "garanti partisi" , "güven partisi", "bizde yamuk yok partisi") tamam güven'in yanında his uyandırmalı (örnek diyorum: "bir demet yasemen partisi" , "huzur partisi" , "sevdim de ne oldu Efes pilsen zengin oldu partisi") okeydir, sonracığıma karizmatik olmalı (evveet, örnekler tavşan kanı: "dizayn partisi" , "quarisma partisi" , "george clooney partisi") gayet şöndür, rahatlatmalı insanları (örnek yok mu örnek: "bi şey olmaz partisi" , "ayıp ediyon ne demek partisi" , "bu dükkan 50 senedir burada partisi" )
Eyvallah, hepsi güzel isimler ama öyle bir isim olmalı ki bütün bu isimleri ve özellikleri barındırabilmelidir. Yok öyle bir isim diyen arkadaşlara da çok teessüf ediyorum. Niye öyle diyorsun allaaa sen? Tamam bizim de aklımıza gelmiyor ama buluruz, düşünürüz. Şimdi buradan siz sevgili insancıklara seslenmekteyim, gelim kuralım gayri ciddi partimizi, birlik olalım, görevler alalım, sistem kuralım, iş bölümü yapalım, elimizi taşın altına koyalım, çete kurmaktan DGM'lik olalım, cop yiyelim münasip münasip, sonra copun etkisi ile solcu bıyığı bırakıp reklamcı olalım, paranın dibine vuralım, ukala olalım, ahkam keselim yada biz sadece parti kuralım. Ama önce isim bulalım. Yada parti kurmayalım parti yapalım, "verisdi partiiieeee" diyen bilek ayt piis'i çaaralım, aaa fergie ne kadar da kısaymış diye şaşalım...
tamam kısa devre yapmaya başladım, ruhuyemi sıhhiyeye kavuşturur kavuşturmaz tekrar yazacağımdır, bu arada partiye üye olmak isteyenler ellerini kaldırsın, hani hani hani...
Cuma, Ekim 05, 2007
a.cık ağızlılar!
Perşembe, Ekim 04, 2007
olumsuzluk eki
Pazar, Eylül 30, 2007
Uzun yolda yapılma(ma)sı gerekenler.
1. Yolculuk sırasında gaza sol ayakla basmayı öğrenecekseniz arka demirlere burnunu dayamış bir dayınızın olmamasına özen gösterin.
2. Gaza sol ayakla basmayı öğrendiniz diye yolun yarısını kalçanızın sağ lopu üzerine oturup sol ayakla gaza basarak gitmeyiniz, sağ lopunuzun hala sızladığını fark edersiniz.
3. Yol uzun, uykusuzluk had safhada, kahve yapacaksınız ama nasıl? Yaaa, hadi öğreteyim. Şimdi efendim hız 100'e sabitlenir sağ ayak vasıtasıylan. Sol el daimi direksiyondadır (unutun o eli). Kahve bardağı iki bacağın arasına yerleştirilir. Sağ koltuğun üzerinden kavanoz alınır içine bolca kahve kaşık kaşık konulur. arada yola bakılır. sonra 2 adet şeker bardağın içine (bakın "içine" yazıyorum "yere" yazmıyorum) atılır. Sıra geldi en mühim kısıma; sağda yerde duran termos alınır, kapağı açılır. Ya allah denip gecenin zifiri karanlığında iki bacağın arasındaki bardağa kaynar su dökülür. Küçük onur'u haşlama tehlikesi zaten vardır ama önünde viraj varsa bu risk daha da fazladır. viraj alınır, termosun kapağı kapatılır, yerine konur.
Peki şimdi burada neyi yapmamalıyız:
3.a. Bu işlemleri yapmadan önce sigara yakmamalıyız. Zaten 2 tane elimiz var, biri direksiyonda, diğeri iş görüyor.
3.b. Hadi yakmış bulundunuz, o zaman camı açmamalıyız. Kendine yer olarak ağzınızı bulan sigaranın uzayan külü rüzgarla gözünüze giriyor, hiç hoş olmuyor!
3.c. Kamyon bu sola atlamaz deyip bardağı elimize almamalıyız.
4. Ipod'u adam gibi bir yere koyunuz. Termosun ağzını da adam gibi kapayınız. Ayak paspaslarını kauçuk almayınız. Termosdan akan su kauçuk paspasda göl niteliği oluşturuyor, bu gölün içine düşen ipod kuruyana kadar çalışmıyor. Müziksiz kalıyorsunuz.
5. Çok uykunuz geldi diye yüzünüzü yıkamak isterseniz bunu giderken yapmayınız. Göbeğiniz (ben de gerçi yok, kas benimki!!!) ıslanıyor, sonra kurumuyor.
6. Ekonomik gideceğim diye sürekli 100'le gitmeyiniz, içiniz bayılıyor.
vs..vs.. gerisi zaten bildiğiniz şeyler. Haa nedir 30 saatte 1800 kilometre yol yapmanın mantığı derseniz, yok bir mantığı ama sonuçta harika bir çocuğun size yıllar sonra bir kez sarılması için mantık aranmaması gerekir. Çünkü mantığın çok ötesinde inanılmaz bir duygudur bu.
Perşembe, Eylül 27, 2007
1000 sene önceki hesap
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler,
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenlerde hep senin gibiydiler.
Ömer Hayyam / Rubailer
Çarşamba, Eylül 26, 2007
Ya benim keçeli kalemlerim noolcek sarp bey...
Pazartesi, Eylül 24, 2007
Gezelim, görelim...
Perşembe, Eylül 20, 2007
Eser'e tostlu mesaj!
Pazar, Eylül 16, 2007
Depozitosuzmuş...
Micheal Jackson (ne alakaysa) dinlemek var bugün içimde hep. Beat it olabilirdi mesela... beat it, beat it, beat it, beat it
No one wants to be defeated
Yazdıklarımla çok alakasız olacak ama bu akşam hayatın depozitosuz olduğunu kesin olarak anladım. Gerçekten.
Cumartesi, Eylül 15, 2007
Remezen geldi....
Cuma, Eylül 14, 2007
Bourne bu borumu?
Robert Ludlum'um ölümünün ardından yazarın en büyük hayranı olan bir başka yazar Eric Van Lustbader bitirmişti seriyi "Bourne Ultimatum" ile. Bu sefer önce filmini izledim. Sanırım seri bitti, bu kadar harika kitapları okuyup ardından özüne sadık ve mükemmel bir perde uyarlaması olan filmleri daha izleyebileceğimi sanmıyorum. Jason Bourne kim olduğunu bulduğuna ve seri bittiğine göre bu yazıyı da her film bittiğinde çıkan o müthiş moby şarkısıyla bitireyim...
Why Does my Heart Fell so Bad
Why does my heart
Feel so bad?
Why does my soul
Feel so bad?
These open doors
Şarkıyı dinlemek isteyen sol taraftaki "arka taraf konuşma aranda dinle burayı" menüsünden tıklasın..
Salı, Eylül 11, 2007
Motor, torr torr..
Pazar, Eylül 09, 2007
Çarşamba, Eylül 05, 2007
Cuma, Ağustos 31, 2007
Yesterday, and days before, sun is cold and rain is hard,
I know; been that way for all my time.
til forever, on it goes through the circle, fast and slow,
I know; it cant stop, I wonder.
I want to know, have you ever seen the rain?
Pazartesi, Ağustos 27, 2007
Cumartesi, Ağustos 25, 2007
Perşembe, Ağustos 23, 2007
Salı, Temmuz 17, 2007
Bir de ne zamandır blog'a yazmadıgımı fark ettim. Hemen ikiye ayırdım insanları, bir işe heves ile başlayıp 3-5 gün sonra devam ettiremeyenler ve bir işe heves ile başlayıp uzun süre devam ettirebilenler olarak. Kendimi birinci gruba sokmaya utandım. Hatta ne yalan söyleyeyim öyle bile hissettim. Şimdi yazdıkça, kelimeleri arka arkaya ekledikçe ikinci gruba yaklaşıyorum sanki. Kabarıyor göğsüm, hatta şu yukarıdaki resimleri felan da bir değiştireyim sevabına.