Başlıkta gayet güzel özetliyor ama yok ben illa açıklamayı da okurum, kıl tüy adamım ben diyorsan anla ki bu blog mlog işleri gereksiz işler. 'Öyleyse sen niye blog takılıyon?' diye sorarsan iki dakka durmam kırarım çeneni. Sana mı sorucam ne takılıp ne takılmayacağımı, istemiyorsan bas git meşgul etme dükkanın önünü...

The Boat That Rocked

The Boat That Rocked
Sıcak film, makara, güzel... Müzikler isa haaarika, biraz eski ama benim kafada...

Pazar, Eylül 30, 2007

Uzun yolda yapılma(ma)sı gerekenler.

Toplamda 30 saat içinde 1800 kilometre yol yapılmış, fena halde duygulanılmış (nadir oluyor bende nedense), yorulmuş bir halde döndüm bilgisayarımın başına. Peki ne öğren(eme)dik bu yolculuktan yazacağım ki gelecek nesiller faidelensin. (doğrusu budur faide, faidelenmek. tdk'ya bakın arapça faideyi ne hale getirdiklerini görün)

1. Yolculuk sırasında gaza sol ayakla basmayı öğrenecekseniz arka demirlere burnunu dayamış bir dayınızın olmamasına özen gösterin.

2. Gaza sol ayakla basmayı öğrendiniz diye yolun yarısını kalçanızın sağ lopu üzerine oturup sol ayakla gaza basarak gitmeyiniz, sağ lopunuzun hala sızladığını fark edersiniz.

3. Yol uzun, uykusuzluk had safhada, kahve yapacaksınız ama nasıl? Yaaa, hadi öğreteyim. Şimdi efendim hız 100'e sabitlenir sağ ayak vasıtasıylan. Sol el daimi direksiyondadır (unutun o eli). Kahve bardağı iki bacağın arasına yerleştirilir. Sağ koltuğun üzerinden kavanoz alınır içine bolca kahve kaşık kaşık konulur. arada yola bakılır. sonra 2 adet şeker bardağın içine (bakın "içine" yazıyorum "yere" yazmıyorum) atılır. Sıra geldi en mühim kısıma; sağda yerde duran termos alınır, kapağı açılır. Ya allah denip gecenin zifiri karanlığında iki bacağın arasındaki bardağa kaynar su dökülür. Küçük onur'u haşlama tehlikesi zaten vardır ama önünde viraj varsa bu risk daha da fazladır. viraj alınır, termosun kapağı kapatılır, yerine konur.
Peki şimdi burada neyi yapmamalıyız:
3.a. Bu işlemleri yapmadan önce sigara yakmamalıyız. Zaten 2 tane elimiz var, biri direksiyonda, diğeri iş görüyor.
3.b. Hadi yakmış bulundunuz, o zaman camı açmamalıyız. Kendine yer olarak ağzınızı bulan sigaranın uzayan külü rüzgarla gözünüze giriyor, hiç hoş olmuyor!
3.c. Kamyon bu sola atlamaz deyip bardağı elimize almamalıyız.

4. Ipod'u adam gibi bir yere koyunuz. Termosun ağzını da adam gibi kapayınız. Ayak paspaslarını kauçuk almayınız. Termosdan akan su kauçuk paspasda göl niteliği oluşturuyor, bu gölün içine düşen ipod kuruyana kadar çalışmıyor. Müziksiz kalıyorsunuz.

5. Çok uykunuz geldi diye yüzünüzü yıkamak isterseniz bunu giderken yapmayınız. Göbeğiniz (ben de gerçi yok, kas benimki!!!) ıslanıyor, sonra kurumuyor.

6. Ekonomik gideceğim diye sürekli 100'le gitmeyiniz, içiniz bayılıyor.

vs..vs.. gerisi zaten bildiğiniz şeyler. Haa nedir 30 saatte 1800 kilometre yol yapmanın mantığı derseniz, yok bir mantığı ama sonuçta harika bir çocuğun size yıllar sonra bir kez sarılması için mantık aranmaması gerekir. Çünkü mantığın çok ötesinde inanılmaz bir duygudur bu.

Perşembe, Eylül 27, 2007

1000 sene önceki hesap

Niceleri geldi, neler istediler
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler,
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenlerde hep senin gibiydiler.

Ömer Hayyam / Rubailer

Çarşamba, Eylül 26, 2007

Ya benim keçeli kalemlerim noolcek sarp bey...

Teee Burger King'den beleş motorola telefon çıktığı günden beri (1999) bendeniz 100-150 milyonluk telefonu 12 taksitle alır, ata tuta kullanırdım. Yes - No olsun, ee bi de alarm yeter. Bu durumdan kelli telefonlarımı sağa sola koymayı değil de atmayı tercih ederdim. En az 70 defa unuttuğum yere geri dönüp telefonumu alma huyum da cabası. Şimdi niye yazıyorum bunları, çünkü dün akşam Volkan itinin de aklıma girmesi ile ne zamandır "alsam bir pocket pc hem işimi gücümü yanımda taşısam, smart&simple felsefeme ihanet edip organizer adamı olsam" düşüncem alevlendi. Dayanamadım gittim bugün kendime bir pocket pc aldım. İyi mi ettim kötü mü göreceğiz ama fena bir vicdan azabı çekmekte bu deli gönül. Birincisi bu aleti pahasından dolayı nah atar tutarım, ikincisi isviçre kadar boyutu olduğundan orama burama sokamam, üçüncüsü unuttuğum restoranlarda dönünce "aa biz görmedik" cevabı alırım, dördüncüsü şakır şakır kullanamam kasnak alet arabayı sağa çekip kullandırır kendini, beşincisi, altıncısı gider bu liste. Negatif adam olduğumuzdan artıları saymaya gerek yok eksiler bize yeter! Hal böyle, ben eski telefonuma geri döneceğim gibi geliyor ama hayırlısı...

Pazartesi, Eylül 24, 2007

Gezelim, görelim...

Özellikle TRT program isimleri gibi bir başlık attığımı söylememe gerek yok sanırım. Bir yere ters mevsimlerde gitmek gerek. Sahile sonbahar ve kışın, kayak yapılabilecek bir dağa yazın. Nasıldı o şarkı sözü "boş bir yüzme havuzu sonbaharda..." Amaç hissetmek ise fazlası olacaktır...

Perşembe, Eylül 20, 2007

Eser'e tostlu mesaj!

Vardı bir aralar tost muhabbeti memlekette, "tostunu yediysen gel" diye sonra fena halde cinsel içerik halini almıştı. Dün gece Eser geldi küt diye 12 gibi. Saat 4'e kadar ayakları uzatıp sesi kapalı televizyona bakarak yapılan muhabbetin ardından tamamen gerçek manasında tost yapmak istedik. Eser'in tost ekmeklerine salçayı bir sanat eseri edasında sürmesi ile fark ettim Eser ile böyle sümsük sümsük takılmayı özlediğimi...

Pazar, Eylül 16, 2007

Depozitosuzmuş...

Bir süredir kültablasına sigara söndürürken beceremediğimi farkettim. Yuh artık, gerçekten yuh artık ama sönmüyor işte meret bir seferde. Tik oldu, inat oldu daha bir dikkatli basıyorum son fırttan sonra ama olmuyor arkadaş, ben daha dikkatli bastıkça sanki pzvng hiç sönmüyor. Feci taşşak konusu olur biliyorum, farkındayım ama özgüvenimi bile yitirecektim bu konuda. Neyse, öyle böyle derken bu akşam arsen lüpen de içerken bundan bahsettim. Eser sigarayı artık eskiden olduğu gibi dibine kadar içmediğimi ondan sönmediğini söyledi. Oralı olmadım tabii, sallamaz gözüktüm, olabilir tabii abi modlarına girdim çıktım ve eve gelir gelmez yaktım bir sigara, içtim dibine kadar ve gördüm ki dana haklıymış. Şimdi takdir mi etsem, uyuz mu olsam danaya, diyeceğim ama tabii ki uyuz olacağım ki oldum şu vakit itibarıyla.

Micheal Jackson (ne alakaysa) dinlemek var bugün içimde hep. Beat it olabilirdi mesela... beat it, beat it, beat it, beat it
No one wants to be defeated

Yazdıklarımla çok alakasız olacak ama bu akşam hayatın depozitosuz olduğunu kesin olarak anladım. Gerçekten.

Cumartesi, Eylül 15, 2007

Remezen geldi....

Millet sapıtmış, herkes hipnotize edilmiş gibi. Git adamın önünde dur, duruyor. Denedim. iki omuzundan tut, yavaşça arkasını çevir o yöne gider, o halde millet. Trafik zaten ilginç. Herkes zıbıttı. Sigarasızlığa veriyorum bir de sabah çayına. Bugün motor ile çıkmak gibi bir delilik yaptım. Du bakalım günde iki paket sigara içen bir taksici önünde giden kara motorlu beni tek dal sigara gibi görüp üzerime sürmezse bugün de kefeni yırtmış olacağım.

Cuma, Eylül 14, 2007

Bourne bu borumu?

İlk önce "Bourne identity" girmişti hayatıma Robet Ludlum'un kitabıyla, sonra filmini izledim. Daha sonra "Bourne supremacy"yi okudum yine Robert Ludlum'dan, ardından tabii ki filmi geldi.
Robert Ludlum'um ölümünün ardından yazarın en büyük hayranı olan bir başka yazar Eric Van Lustbader bitirmişti seriyi "Bourne Ultimatum" ile. Bu sefer önce filmini izledim. Sanırım seri bitti, bu kadar harika kitapları okuyup ardından özüne sadık ve mükemmel bir perde uyarlaması olan filmleri daha izleyebileceğimi sanmıyorum. Jason Bourne kim olduğunu bulduğuna ve seri bittiğine göre bu yazıyı da her film bittiğinde çıkan o müthiş moby şarkısıyla bitireyim...

Why Does my Heart Fell so Bad

Why does my heart
Feel so bad?
Why does my soul
Feel so bad?
These open doors

Şarkıyı dinlemek isteyen sol taraftaki "arka taraf konuşma aranda dinle burayı" menüsünden tıklasın..

Salı, Eylül 11, 2007

Motor, torr torr..

Pazar akşamı lahmacun yenmiş, yiyen 5 kişinin arasından bir tek benim motorum (tabii ki) bozulmuştur. Pazartesi günü peeek yoğun geçeceğinden hiç yememek tercihi yapılmıştır. Pazartesi akşamı niyet bozulmuş kazıkçı kumpirciden sadece patates, kumpir parasına alınmış ve yenmiştir. Sabah kahvaltısı olarak da mukavva tercih edilmiştir. Bu "eti-form" denen nanenin bildiğimiz mukavvadan tek farkı küçük parçalarda kesilip paketlenmiş olmasıdır, onun hariciyetinde daha önce gerçek mukavva yemiş bir insan olarak tecrübe konuşuyor ki bu eti firması mukavvayı dilimleyip bizlere yedirmek suretiyle para kazanmaktadır. Suçlu eti midir? Değildir, suçlu o mukavvayı çaya bandırıp ağır çektirmek suretiyle yiyen biz dangalaklarındır. Akşam bir paket eti form ve bir uhu ile karton ev yapacağım...

Pazar, Eylül 09, 2007

Çöp kutusunun kapağı son yazdığımda parçalanmıştı. Koku çok önemli değildi, burun alışıyordu, üstüne bir de rayından çıkınca, kapağı açtığımızda "vııjjjt" diye dışarıya çıkmamaya başlamıştı. Gel gör ki benim naçizane göçmen inadım buna izin veremezdi. Bu sabah uykulu gözüm, sırtıma yapışmış midemle oturup hem kapağı hem rayını tamir ettim. Şimdilik ilk günkü gibi sapasağlam çalışmakta. Zafer göçmen inadınındır efendim...
Dün gece ilk defa üşüdüm. Demek ki herşeyi ikiye ayıran zihniyet mevsimleri de t-shirt ile yatılan mevsimler, çıplak yatılan mevsimler olarak ikiye ayırmış. Cam hala açık, yakında mevsimleri cam açık yatılan ve cam kapalı yatılan olarak ikiye ayıracağım. sanırım ekim - kasım semaları olacaktır.
Bir süredir her sabah gözümü açtığımda yerde, kenarda duran 50 kuruşu görüyordum. Dün o 50 kuruşu evden çıkarken cebime attım ve harcadım ve bu sabah gözümü açtığımda alışkanlık ile 50 kuruşu aradım ama yoktu. Nedense üzüldüm bu duruma, aklımdan şuraya bir 50 kuruş koyayım diye geçti ama sonradan koyacağım önceki 50 kuruşun yerini tutmayacaktı...

Çarşamba, Eylül 05, 2007

Eski fotolara bakmak, eski yazdıklarını okumak, yıllar önce izlenmiş bir filmi tekrar izlemek... Anımsatıyor o günü ama geri getirmiyor zamanı. Ukalalıktır günü yaşa öyleyse demek, sanki ne b.ku yaşıyorsak. Bir anlamı olmalı...