Başlıkta gayet güzel özetliyor ama yok ben illa açıklamayı da okurum, kıl tüy adamım ben diyorsan anla ki bu blog mlog işleri gereksiz işler. 'Öyleyse sen niye blog takılıyon?' diye sorarsan iki dakka durmam kırarım çeneni. Sana mı sorucam ne takılıp ne takılmayacağımı, istemiyorsan bas git meşgul etme dükkanın önünü...

The Boat That Rocked

The Boat That Rocked
Sıcak film, makara, güzel... Müzikler isa haaarika, biraz eski ama benim kafada...

Perşembe, Kasım 02, 2006

Çöp Kutusu Vs. Onur

Bir çöp kutusu ne kadar inatçı olabilir? Yaklaşık bir yıl önce bastım parayı aldım, koydum mutfak dolabının içine. Şekilli bir şey, dolabın kapağını açıyorsun onun da kapağı açılıyor kapatıyorsun kapanıyor felan. Ama bizim ki inatçı çıktı. Her hafta başka bir yeri bozuluyor ben de her hafta tamir ediyorum. Du bakalım nereye kadar, inecek 13’üncü kattan aşağı.

Geçen akşam arabanın anahtarını almak için Ipek ile anneme uğradık. İçeri girmedik, kapıdan alıp gidicez, annem mutfağa girdi, eşindi durdu, sonra elinde bir demet dere otu ile geldi. Ipek'e verdi. Ne demek istedi çıkartamadık. Ne ima etti?

Trafikte son günlerde bayan şoförler nedense (eziklikten herhalde) hızlı gitmeye başladılar. Dikkatimi çekti. Ama küt diye frenliyorlar, çakıyordum geçenlerde birine. Sonra sağda solda "kadına arkadan çakıyordum" desem yanlış anlaşılır diye kimselere de anlatamıyorum!

Gazetede bir fotoğraf vardı. İstanbul'un 1800'lü yılların sonlarında çekilmiş fotoğrafları ve aynı açılardan şimdi çekilen fotoğraflar vardı. Yaw hep diyorlar eskiden yemyeşildi diye ama yook, eskiden İstanbul kel, dımdızlak bi yermiş. Bööle boğaz sırtları filan kel tepeler hep, şimdi ise yemyeşil, ağaçlık mağaçlık hep. Bizi mi yiyorlarmış yıllarca? Bu mantıkla marmara'da yunus hikayeleri de yalan o zaman, Beyoğluna laci takımları çekip çıkan istanbul beyefendisi hikayeleri küllüm palavra, inanası gelmiyor insanın şimdi. Keşke görmeseydim o fotoğrafları, ağzım açık ayran budalası gibi dinlerdim anlatılanları. Çok bilgi mutsuzluk getirirmiş, doğruymuş. Nasıl da girdim bilgiç adam triplerine iki dakkada?! Çok gezen mi çok okuyan mı bilir derler ya, Hıh hiçbiri, bizim Emre Dinçer bilir çok. Sor bak, bilir. Hele teknik meknik mevzulara çok hakimdir. Bilir o, bilmese de fikir yürütür doğru çıkar. Ama gönül işlerini bilmez mesela, sor "hatun yamuk yaptı" diye, sana yamuğun iç açılarını verir! Hatun kısmına girmez. Uzun mu oldu ne, ee bitiriiim.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

sen diilmisin sımart end simpılcı ne diye gidip şekilli şeyler alıyosunki, hani şöyle bi çöp kutusu yapsak; ortada büyük bir daire, çevresinde de küçük küçük yavru çöp sepetçikler o sepetçikler kurtarsa yere düşen votka şişesini çokonat paketini sigara küllerini filan, pek yararlı olmaz mı, evet evet yapalım bunu lazım bana.

Onur dedi ki...

Simdi eraşnegatifim sen anlayamamışsın bu simpıl end sımart olayını. Ama yavrulu cöp sepeti fikrini pek begendim. evet evet yapalım, bana da lazım. düsünce kızıyo ipek.

Tosbaa dedi ki...

Çinli bi abinin lafını alıntılayayım bu iletiye, böylece de siftah bâbında bir yorumum olsun.

"Cherish that which is within you, and shut off that which is without; for too much knowledge is a curse."

Zhuangzi mi neydi ismi.
Hatta aklıma alıntılanası bir laf daha geldi;

" War is peace.
Freedom is slavery
Ignorance is strength. "
Orwell - 1984

Sanırım, Orwell'in bu tarzının simgesel bir karşılığına ecnebiler "oxymoron" diyordu. Bu kadar dilimizin ırzına geçtikten sonra, bari buna karşılık olarak "özdeş çelişiklik" kavram uydurasım geldi. Sanırım çuvalladım ama, ilk kez bir blog'a yorum yazıyor olmanın heyecanına veriniz. :)